Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

“Koronakaos”

 

Şimdiiiiiii!

Herkes önüne bir beyaz kâğıt çeksin…

Kalemini eline alsın…

En tepeye kocaman harflerle:

“Bu bir kriz değil KAOSTUR” yazsın.

Altına da

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesini iliştirsin…

Sonra arkasına yaslansın. Düşünsün.

Kriz ile kaos arasında ne fark var diye.

Aklından şöyle bir şey geçsin;

“Kriz yönetilebilir bir şeydir kaos yönetilemez”…

İndigo Dergisi

Öyle ya; kriz yönetimi diye bir şey var. “Kriz iletişimi yönetimi” diye bir şey uydurduk kriz yönetiminden tamamen farklı bir disiplin olduğu için. Hatta “kriz yönetiminin %99’u kriz iletişimi yönetimidir” dedik.

Benzer birçok örneğinde olduğu gibi 2008’de Wall Street’in duvarlarının çatlamasıyla küresel finansal krizi ile bir kez daha deneyimledik. Henüz hasar onarılamadı. Eskiye dönülemedi. Ama “yamuk-yumuk” da olsa bu kriz bile yönetildi.

İnsanlar işlerinden, evlerinden oldu.
Mal varlıklarını kaybettiler.
İntihar edenlerin sayısı bilinmiyor.
Neden olanlar aramızdalar. Hiçbir şey olmamış gibi onlar için “hayat devam ediyor”.

Krizler yönetilebilir olgulardır. Zamanında teşhis, doğru tedavi ve hepsinden önemlisi güvenilirlik boyutları ile üstesinden gelinebilir.

Plan yapılabilir.

Hasar tespiti, doğru bilgiye erişim, bilginin işlenmesi, onarım süreci, radikal kararlar…

Etkili bir liderlik. Açıklık, şeffaflık… Yeri geldiğinde “özür dilemek”…

Krizin sıcak döneminden, soğumaya doğru usulca taşların yerine oturması…

Bunlar doğru iletişim araçları ile bütünleştiğinde krizler yönetilir.

Geriye bir tortu bırakır. Acımsı bir tat damakta durur. Ama temel alışkanlıklarımızı terk etmeye zorlansak bile yeni alışkanlıklarımız bunların yerine geçer ve bir süre sonra “hayat devam eder”.

Kaoslar öyle değil.

Çünkü kontrol edilemez.
Bu nedenle sadece “an” yönetilir.
Ne, neden olmuştur, belli değildir.
Doğru bilgiye erişim zaten yoktur.
Var olana, masaya konana “itibar” etmek durumunda olduğumuz bir süreçle başbaşayızdır.

Her şey, ama her şey 3-5 saat sonra tersine dönüşebilir. Bambaşka bilgilerle karşılaşabiliriz. Küsmece, darılmaca yok. Çünkü bu bir  kaos!

O an elimizde ne varsa onunla yetinmek durumundayız.

Sonrası?

Yani toz bulutu kalktığında…

Hayat kaldığı yerden devam etmez. Edemez!

Aynı bağlamda bir örnek değil ama; nasıl ki gündemimizde terör yokken elimizi kolumuzu sallayarak uçağa binerdik… Terörün herkes için bir güvenlik sorunu olduğunun anlaşılmasından sonra nerelerden nerelere geldik. Özellikle 11 Eylül sonrasında adım adım dünyanın demokratik değerlerden uzaklaşmasına, insan haklarının halı altına süpürülüp polis devletlerine geçişine tanık olduk.

Kaos yaşamı teslim alır!

USCCA

Kaoslarda durum başka.

Önce nereden, nasıl geldiği belli olmayan göz gözü görmeyen bir toz bulutu kalkar.
Her şeyi kitler.
Toz duman dağılana kadar kaos yaşamı teslim almıştır.
Kendi iradesi vardır.
Ne zaman dineceğini kendisi bilir.
Ne çapta olacağına kendisi karar verir.
Can alıp almayacağı yine kendisinin bileceği bir iştir.
Başbakan, devlet başkanı veya metroda sıradan bir vatandaş olup olmadığınızın çok da önemi yoktur. O toz bulutu içinde her şey onun için bir toz zerreciğidir.
Kendisine tam bir “teslimiyet” beklentisi içindedir.

Tanrıların tanrısı Zeus gibi egosunun okşanmasından hoşlanır.
Tapınağının sunağında;
Alınan önlemleri, uygulanan yasakları göz ucuyla izler. Belki de kıs kıs güler!

Ne olacağının bilinmezliği ve belirsizlik kaosun omurgasıdır.

İşte tarihten salgın örnekleri; veba, kolera, İspanyol gribi, ebola… Dokunduğu yerlerde hayat kaldığı yerlerden başlamamış. Dahası kendisini “yok etmiş” değil. Pusudaki sinsi bir düşman gibi. Fırsat kolluyor! (Corona virüsünün kökeninin de tarihteki diğer Corona virüsleri olduğunu söylüyor bilim insanları)

Kaldırdığı toz bulutunun belirsizliği içinde “korona” bir “kriz değil“  kaostur. Veya benim uydurmamla “koronakaos”tur!

Yer yüzündeki 7,5 milyar insanı “mülteci” statüsüne soktu.
Sınırları alt üst etti.
Günlük yaşamın tüm alışkanlıklarını terk ettirdi.
Din, dil, ya, ırk, cinsiyet ayrımına bakmadı. Camiler, kiliseler kapatıldı. Evinizden ibadet edin Allah onu da kabul eder dediler. Kimse itiraz etmedi.
Ailelerin akşam yemek masalarında bile tedirginlik kokan bir sessizlik var. Sevginin, dostluğun içindeki dokunmayı bile çok gördüler, yasakladılar. Mecburen. Çocuklar babalarına mesafe koydular, cetvelle ölçüyorlar.
“Pozitif” sözcüğü olumlu anlamını rehinciye bıraktı.

Bu bir sınav mı?

postdergi.com

İnsanlık bencillik karşısında dayanışma,
Duygular karşısında rasyonellik,
Zaafları karşısında irade,
Teslimiyet karşısında umut,
Panik karşısında tedbir,
Fırsatçılık karşısında güvenilirlik sınavından mı geçiyor acaba?

Bu maske ve kolonya meselesi kadar kolay bir şey değil.
Zenginlerin özel sığınaklarında salgını savuşturma gayretlerinin bir anlamı olmayacağı…
Açlarla, tokların virüs karşısında eşit mesafede durdukları,
Kuzey yarım küredekiler ile güney yarım küredekilerin ; doğu ile batının zaten, akraba, komşu veya hısım oldukları gerçekleri ile yüzleşmek için…

Bilim bir şekliyle bu salgının üstesinden gelecek. Buna hiç kuşku yok. Ancak bilimin üstesinden gelemeyeceği gerçek salgının yarattığı kaosun yerine ne konulacağıdır.

Koronakaos bir insanlık dersidir. Virüsün bir sonraki versiyonuna kadar uzatmaları oynayacağımız bir öğretidir. Bilim kurgu senaryolarının iştahını kabartan, içinde kahramanı olmayan, her an yeni bir toz bulutu ile öğrenilmemişliklerin bedelinin acısını yeni bir dersin sayfalarında okumamızı sağlayacak bir yaşam gerçeğidir.

Şüphesiz insanlık, çaresizliğin içinden üreteceği çarelerin dersleri içinde bir gelecek tasarımı yapacak.
Bu tasarımın alt satırlarında;
Sadece bizim korunaklı olmamızın hiçbir şey ifade etmediği
Aklımıza başımıza toplamamız gerektiği
Ve sadece Amerikan halkını koruması için Trump’ın Alman ilaç şirketinden parası neyse veririz karşılığında aşı almak istemesinin Amerikan halkının utancı olduğu bir kenarda yazacak.
Demek ki adı gelişmiş olmakla ülkeler gelişmiş olmuyormuş. Bir salgın karşısında küresel bir ailenin fertleri olarak asıl gelişmişliğin “insan olabilmenin erdemleri” ile tanımlanabileceğini öğreneceğiz.

Kâğıdın arkasını çevirin

Şimdiiii…

Hani önümüze bir beyaz kâğıt çekmiştik ya…

Arkasını çevirmeye sıra geldi…

Yazın bakalım oraya…
Bu gezegende 1,5 milyar kişinin içilebilir suya erişimi yok!
2,5 milyardan fazla insan temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek hijyenden yoksun.
Her dakika daha 5 yaşına gelmemiş bir çocuk yetersiz beslenme ve tedavi erişimi olamadığı için bu dünyadan göçüyor.
Her akşam bir milyara yakın insan -varsa- yatağa aç giriyor ve aç uyanıyor.
200 milyondan fazla insan adına “gelişmiş denen ülkelerin” kendilerini doyurmak ve -her ne anlam taşıyorsa- yaşam kalitelerini artırmak için kendi ülkelerinin yağmalanması sonucunda mülteci olmuş ve ait oldukları topraklardan, kültürden, ailelerinden kopmuş, başka diyarlarda yaşamaya mecbur edilmiş…
Yaşları 12-14 olan 280 binden fazla çocuğun eline makinalı tüfekler verilmiş – ne uğruna olduğunu bilmedikleri savaşlarda – birbirlerini öldürüyorlar…

Bugünlere bu gerçeklerin üzerini “kriz battaniyeleri” örterek çözümlediğimizi sandığımız için geldik, kaosla buluştuk. Kaos bir toz bulutudur. Kalkar, havalanır, ortalığı darmadağın eder ve durulduğunda eski dünyadan bir eser kalmamıştır.

Şimdi biz nerede duruyoruz?
Aklımız, emeğimiz, yetkinliklerimiz geleceklerini ve umutlarını kaybetmişlere hangi çözümleri sunuyor.
Yazın bakalım oraya;
Sonuçta bu gezegenin misafiriyiz. Misafir misafirliğini bilmeli…

12 Responses
  • Şebnem Oktay
    Mart 19, 2020

    İyi de bu, sonuçta bir güç veya birilerinin, bize kestiği bir ceza olmak bir yana, isteklerimize ulaşma yolundaki benci, dünyamızın kaçınılmaz sonucu değildir de nedir, rabbena hep bana derken, biz olmayı göz ardı eden toplumların önce fazlasıyla materyalist yaşam yolculuklarında başarılı olmak için umarsızca yaşamalarının sonucu oluşan günümüz kaos ortamını bir anda kapılarında bulan, toplumlardan öncelikle ben değil bizi hatırlayarak disiplinli fedakarlıkları ile durum analizi ile değerlendirme yapan toplumlar, bir nebze olsun kaosun getirdikleri ile yaşamak konusunda daha başarılı olurken, evrensel dünyanın koşuşturmasında ânı yaşama telâşındaki toplumların, son dakika çözüm arayışları sırasında önceliklerini değerlendirmeleri de yazık ki ÇOOOKKK mu duygusal ve pahalı oluyor ne ???

    • Salim Kadıbeşegil
      Mart 19, 2020

      Maalesef durum aynen senin tespitindeki gibi Şebnem. Bizi bizden uzaklaştıran ne varsa benimsedik.

  • Fatma Çelenk
    Mart 19, 2020

    Bu KAOS aslında yıllardır hayatımızda var. Teknolojinin bireyselleştirip yalnızlaştırdığı insanlarız artık. Küçüklerin küçük olmanın ne demek olduğunu bilmediği, büyüklerin büyük olma çabasının yersizleştiği, zenginliğin el değiştirdiği, entellektüelliğin yüzeyselleştiği… Saymakla bitmez. Bildiğimiz doğruların değiştiği ve bazılarının da yok olduğu bir dönemden geçiyoruz. KAOS’ta yaşamaya zihnimizi alıştırmaya çalışıyorduk ama bugün bedenimizle yüzleştik. Neden? Çünkü temel sarsıldı. Mücadele; başkasının arkasında, yanında, önünde olmak değil artık, mücadele; nefes alabilmekte. Çünkü anladık ki her işin başı Sağlık !

    Şebnem Oktay için bir cevap yazın Cevabı iptal et

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir