Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Yapay Zekâ “GO” da İnsanı Yendi; Buyurun Cenaze Namazına! (*)

Nature Alamy

Çalışma masamın önündeki sehpanın üzerinde duran çanaktaki küçük taşları M&M çikolatası zannedip ağzına atan çok misafirim olmuştur. Oysaki siyah beyaz olarak ayrı çanaklarda duran tırnak büyüklüğündeki bu taşlar kökü 4000 yıl öncesine giden GO adlı strateji oyunu oynamaya yarıyor. Çin’de ve Tibet’te doğduğu rivayet olunur.

Kare bulmacaya benzer tahta üzerinde 19 dikey 19 yatay çizgili bir zeminde oynanan GO rakibin taşlarını kuşatıp, onun taşlarını oyun dışı bırakıp alan kazanma amacına yönelik basit, sade, çok fazla kuralı olmayan bir oyun. 181 siyah, 180 beyaz taş vardır. Oyuna “siyah taşlar” başlar. Dama, Çin Daması ve benzeri oyunlara aşina olanların sanki bir üst lige terfi ettiklerinin belgesi olarak oynandığı da iddia edilir ama olay o kadar da basit değil. Çünkü GO bir strateji oyunu. Hatta, satrançtan 264 kez daha fazla kombinasyonu olabileceği gerekçesi ile bilgisayar ortamında simülasyonu yapılamıyordu. Google, GO’daki hamle ihtimallerinin evrendeki yıldız sayısından daha fazla olduğunu söylüyor.

“Yapay zekanın çaresizliği miydi?”

ODTÜ GO topluluğu bir zamanlar sayfalarına şöyle bir not düşmüştü;

 Ne kadar basitse o kadar evrenseldir. Go oyunu basit kurallarıyla ve sonsuza yakınsayan olasılığıyla günümüz yapay zekaların erişemediği bir kaotik dallanmaya sahiptir. Rus Satranç Şampiyonu Kasparov’u yenen bir yapay zeka (DeepBlue) üretilmiş olsa da orta düzey bir Go ustasını yenen bir yapay zeka henüz üretilememiştir. Sorun günümüz bilgisayarlarının hesaplayamayacağı derecede yüksek olasılıktaki bir uzayda yapay zekaların usta Go oyuncuları karşısındaki çaresizliğidir. “

Bir ekşi sözlük yazarına göre benzetme yapılsa satranç bir tüccar, GO ise filozoftur. GO dünyasında bakıldığında kökeninde; barış, saygı, nezaket ve etik sarmallı bir evren olduğu görülür.

idefix

“Trevenian – Şibumi – GO”

GO ile tanışmam 1970’li yılların sonuna rastlıyor. Hani her insanın yaşamı boyunca 3-5 kez okuması, izlemesi gereken kitapları ve filmleri vardır ya; işte o yıllarda okuduğum ŞİBUMİ romanı beni GO ile tanıştırdı. Hiçbir zaman aktif bir GO oyuncusu olamadım ama yaşamım boyunca elimin altında hep bir GO tahtası ve bu oyunu oynamaya yarayan siyah ve beyaz taşlarım olmuştu.

En az 4 kez okuduğum ŞİBUMİ’nin yazarı Trevanian enteresan bir edebiyatçı idi. Her şeyden önce Trevanian gerçek adı değildi ve yayıncısından başka kimse Aralık 2005 yılında 74 yaşında ölene kadar gerçek adının Rodney William Whitetaker olduğunu bilmiyordu. GO bir strateji oyunu idi ve Trevanian ŞİBUMİ’yi bu oyunun stratejilerine uygun kaleme almıştı.Trevanian, ŞİBUMİ ve GO üçlüsünü benim için gizemli yapan noktalar var. Örneğin, gerçek GO tahtasının köklerini kaybetmemiş bir ağaçtan yapılıyor olması, siyah beyaz taşlarla birlikte paylaştığımız doğayı temsil etmesi. Bir diğeri, ŞİBUMİ’nin 1970’li yıllarda yazıldığını dikkate alırsak içinde yer alan ve ŞİŞKO adını verdikleri bilgisayarın bugün GOOGLE’ın yaptığı işleri yapıyor olması! Bir başka husus, romanın içinde aynen bugünün dünyasında kabak gibi ortada duran CİA’i bile yöneten “gizli bir elin” olması. Ama en önemlisi, romanın baştan aşağıya GO‘nun stratejik kurgusuna uygun gelişmesi.

“GO Tahtası üzerinde toprak alışverişinden ibaret bir dünya”

EList10

GO tahtası üzerine siyah-beyaz taşların dizilmeye başlandığı 4000 yıldır yaşam bir şekliyle acılı, sancılı ama “umutlu” devam ediyordu. Çünkü 20. yüzyıla kadar mesele ne kadar toprak büyüklüğüne sahip olunacağı ile sınırlıydı. Sahip olunan topraklardaki madenler, tahıllar ve yerel ekonomi de bir “bonus” olarak bu toprakların sahipleri olan devletlere gidiyordu! Buna GO’nun da bir diyeceği yoktu. Çünkü insanoğlu kendisini “alt edecek kapasitede” gelişmemişti. Eninde sonunda kendi GO tahtası üzerinde bir toprak alışverişinden ibaretti dünyadaki gelişmeler.

Oyun yüzyıllarca bu şekilde devam ederken siyah taşlar hırs, kibir, ego, açgözlülük ile “strateji” değiştirdi. Oyunun kurallarını siyah taşlar koymaya başladılar. Zaten hem de bir taş fazlasıyla oyuna önce onlar başlamıştı. Kendilerine göre gerekçeleri de vardı; silah ve para onlardaydı.  O zaman “onların dediği gibi” olmalıydı. Ticaretin kuralları, doğanın nasıl tahrip edilebileceği, kimin nereden ne kadar kazanacağı gibi yaşamın bütününü ilgilendiren kurallar bir “gizli elin yönettiği” siyah taşların marifetiyle GO tahtasına yerleşiyordu.

“Beyaz taşların direnişi”

GO özgüvenini yine de kaybetmedi. Beyaz taşlar da karşı atak yapabilir, bir strateji geliştirebilir ve siyah taşları alt edebilirdi.

Nitekim 2. Irak savaşı öncesi dünyanın süper gücü ABD’nin kapı kapı dolaşıp Irak’ta “Kimyasal silahları nedeniyle” Saddam Hüseyin’i devirmek için kendine müttefik bulmakta zorlanmasının ana nedeni dünya başkentlerinden yükselen savaş karşıtı gösteriler olmuştu.

Ya da 2008 küresel finansal krizine neden olan finansal sahtekârlıkların ortaya çıkması ile yeni bir beyaz sayfa açılabilecek gibi olması…

Güney Amerika’da 50 yıllık iç savaşın Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos’un girişimleriyle sona erdirilmesi…

Ama olmuyor işte… Olamıyor! Belki ABD 2. Irak savaşına o günlerde müttefik bulamadı ama girişiminin sonuçları ortada. Belki finansal krizden ders aldık diye düşündük ama dünyanın en zengin 64 kişisi dünya nüfusunun yarısının (3,5 milyar insan) gelirine sahip. Gelir dağılımındaki uçurum zenginleri duvarlarını kendilerinin ördüğü ve adına şehir dedikleri hapishanelerde yaşamaya mahkûm etti, haberleri yok! Belki Kolombiya’da silahlar sustu ama dünyanın dört bir tarafından iç savaşların finansmanı yapılıyor! Yani siyah taşlar kendi kuralları ile oyunu oynamaya devam ediyorlar.

“GDO’lar, GO ve diğerleri…”

Ama strateji enerjiden gıdaya yöneldi! 1950’lerde oyun tahtasında yer alan gıda ve tohum bugünlerde geri dönüş yapmaya başladı. Örneğin ülkemizdeki tavukçuluk sektöründe iflaslar arka arkaya geliyor. Neden?

Çünkü bu şirketlere civcivi uluslararası şirketler veriyor. Sektörün ana girdisi yem ise GDO’lu ürünlerden oluşuyor ve tabii ki bunlar da uluslararası şirketlerden temin ediliyor. Sektör iğneden ipliğe bu şirketlere bağımlı hale getirilmiş durumda. Kuralları da doğal olarak onlar koyuyor. Hani neredeyse izin almadan tuvalete bile gidemeyecek duruma geldiler. Siyah taşların hamlesini beyazlar göremedi ne yazık ki!

Hani CIA’i bile yöneten gizli el vardı ŞİBUMİ’de; Moskova’da geçici ve zorunlu ikamet etmek durumunda kalan ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı eski çalışanı Edward Snowden sistemin nasıl çalıştığını belgelerle ortaya koymuştu. Guardian gazetesi bunları herkesin anlayabileceği yalınlıkta yayımladı. Stratejiyi doğru okumak için bunun ucuna Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesi olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in 2 trilyon dolarlık silah pazarının en önde gelen üreticileri olduğunu da iliştirmek lazım.

“Siyah taşların etik ve ahlaki düzlemi”

GO ve siyah taşlar birbirlerine “etik ve ahlâkı” derinlikte ters düşüyordu. GO 4 bin yıllık sürdürülebilirliğin ana kaynağını oyun kurallarını etik ve ahlaki bir düzlemi temsil eden oyun tahtasına resmetmişti. Siyah taşların yaptığı ise “ben bunu beğenmedim” diyerek tahtanın rengini değiştirmeye kalkışmasıydı.

Ancak, siyah taşların doğallığını beğenmediği oyun tahtası ekolojik dengenin bu yüzden tahrip olduğunu ve kendini yenileme gücünün sonuna geldiğini haber veriyor. Sel baskınları, çamur dağlarının yüzlerce insanı göçükler altında bırakması, bu yüzden çıkan salgın hastalıklar, kuruyan topraklarda yetişmeyen ekinler ve bunun sonucu açlık, sefalet ve yoksulluk, delinen ozon ve iklim değişikliğinin içinden geçiyoruz. Göz ucuyla içilebilir nitelikteki suya erişemeyen insan sayısının 2 milyara doğru tırmandığını görüyoruz. Bu felaketler nedeniyle evini barkını terk ederek “mülteci” statüsünde yaşamak zorunda bırakılanların sayısının tüm dünyada Türkiye’nin nüfusuna eriştiğine tanık oluyoruz.

Belki siyah taşların hamleleri ile sendeliyor, yere kapaklanıyor ama üstümüzü başımızı silkeleyerek yolumuza devam etmekle ilgili inancımızı “sahip olduğumuz beyaz taşlarla” bir şekli ile koruyorduk. Nede olsa GO 4 bin yıl boyunca neler neler görmüş, geçirmiş ve bizi bugünlere getirmişti. Bu zaman zarfı içinde ne krallar, imparatorlar, diktatörler tarih sahnesine çıkmış ama insanlığın temel değerlerini hiçbiri elinden almayı başaramamıştı.

Çünkü GO bir strateji oyunuydu ve siyahların olduğu kadar beyaz taşlarında kendi stratejilerini oyun alanına sürebilecekleri bir kurgu vardı.

“Ve insanoğlu yapay zekaya yenildi”

PHOTO: REUTERS

Ta ki 23 Mayıs 2017’ye kadar!  Çünkü Google’ın geliştirdiği DeepMind bilgisayarı AlphaGO ile dünya profesyonel GO şampiyonu Ke Jie’yi yendi! Belki Ke Jie kendisi bir “siyah taş” değildi… Belki de “beyaz taşların onur mücadelesini” veren gönderdeki son bayraklardan birini temsil ediyordu. Ama yapay zekâ ve insan arasındaki itişip kakışmaların neticesinde “ben artık oyundayım” mesajını veren bir başka olgu vardı karşımızda artık. Gökteki yıldızların sayılarına yakın hamle olasılıklarını saniyeler içinde gören, değerlendiren ve karşı tarafı alt etmek için strateji kurgulayan bir yapay zekâ, insan neslini günün birinde bizim bugün ağaçlara reva gördüğümüz muameleyi benimser ve bizi “fazlalık” olarak görürse ne olacak?

İroni, günün birinde kendisini bu gezegene “yararlı” görmediği için ortadan kalkması söz konusu olan “insan beyninin” bu işi yapacak olan yapay zekâyı geliştirmiş olması mı, yoksa içimizdeki şeytanın kendine GO adında yeni bir oyun mu icat ettiği mi! Ya da talihsizlik zaten oyunun başında siyah taşların beyazlardan bir fazla olması ve oyuna başlama önceliğini almış olması mı?

Bir teselli olabilir mi bimiyorum ama ODTÜ GO topluluğundan yaptığım alıntıda ayrıca bir de şöyle bir not var:

“Belki bilgisayar programcıları bilgisayara bir ruh vermeyi başarır ya da insanı alt edecek başka bir yol bulurlar. Çözüm ne olursa olsun “Go Sorunsalının” gösterdiği en hayret uyandırıcı şey insanlığın böyle bir oyunu yaratma kabiliyetidir. Yapay zeka günün birinde Go oyuncularına yenebilecek düzeye gelebilir; ancak bir Go oyunu yaratabilecek ve bundan zevk alabilecek düzeye gelirse insan olmuş demektir. Ve artık her insan gibi onların da insansı hatalar yapmaya başlamaları gerekir.”

4 bin yıllık tarihin son sayfasına böyle not düşülecek herhalde.

(*) Yazı TEİD’in IN dergisinin Sonbahar 2017 sayısında yayımlanmıştır. Yayımlandığı hali ile okumak isteyenler tıklayabilirler;

TEİD SONBAHAR 2017 BUYURUN CENAZE NAMAZINA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2 Responses
  • Salim Arslanalp
    Ekim 31, 2017

    Dünyanız siyah ve beyaz dan oluştuğu sürece yapay zeka oyununuzda olacaktır.
    Süper bir yazı Salim. Son alıntı ise “buzağı arayanlara” cevap.

  • Burak Şahin
    Kasım 2, 2017

    Çok güzel ve dolu bir içerik olmuş. Çok teşekkürler.

    Salim Arslanalp için bir cevap yazın Cevabı iptal et

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir