Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Olması Gereken “Normali” Harvard’da Öğretmediler!

 

Covid-19 ile yaşamın yörüngesi değişti. Her ne kadar insanlık “yeni normal” şemsiyesi altında yaşamın omurgasını tamir etmeye çalışıyor olsa da hepimiz biliyoruz ki aslında arayışımız “olması gerek normale” yönelik. Bu da kolay ulaşılabilir hedef değil. Çünkü, başta insan hakları ve yaşamın sürdürülebilirliği boyutları olmak üzere olması gereken her şeyin ayarını bozduk.

Covid’li yaşamların ne kadar süreceği konusunda bir öngörümüz yok. Aşısı bulunsa bile bunun sağlayacağı bir güvence bizi Covid-20-21-22 gibi salgınlardan koruyabileceğinin garantisi değil. Daha uzun yıllar maskeli bir yaşam şeklinin hayatın normali olacağı ve kendimizi buna hazırlamamız gerekiyor gibi.

PwC’nin bir raporu iddialı bir gelecek tasarımın satır başlarını veriyor:

“Herkes kendisi ‘reset’leyecek. Bunların bir kısmı geçici olabilir. Ama görünen o ki asıl değişim bir şekliyle içinde bulunduğumuz toplumun bir parçası haline dönüşmek. Bazı şeyler artık hiçbir zaman ‘aynı’ olmayacak! Yeni normal hiçbir zaman ‘normal’ olmayacak!”

Bu da bizi, geçtiğimiz yılın Ağustos ayında dünyanın en büyük şirketlerinin CEO’larının topluluğu olan Business Roundtableın açıkladığı bildiriye götürüyor. O açıklamada, “hissedar değeri yaratmak odaklı” şirketlerin varlık nedeninin “yanlış” olduğu, asıl olması gerekenin “başta çalışanlar olmak üzere toplum değeri” yaratmak olduğu” vurgulanıyordu. Neo Liberalizmin mabedinden yükselen ses belki bir “züğürt tesellisi” gibi algılanabilir ama işlerin artık eskisi gibi sürdürülemeyeceğinin belgesi olarak kayıtlara geçti.

Yapay zekâ çağı olarak adlandırdığımız bu yüz yıla yön verecek aktörler Covid-19 nedeniyle zorunlu bir tercih yapma noktasına gelmişler gibi;

“cont+alt+delete”; “reset”;”rebuild” seçenekleri ile karşı karşıya iş dünyası.

Bir şekli ile “eski günlerin geleceğini” umut ederek işlerine “pansuman” yapanlar “cont+alt+delete” tuşlarına basmak durumunda kalacaklar ve tarihin tozlu raflarında kendilerine bir yer bulacaklar.

Kendilerini “kökten” değiştirmeden, ne olup bitiğini okumaya gayret edenler ister istemez (zorunluluklar nedeniyle) kendilerini “reset”leyecekler! Kafaalrı bir süre daha suyun üzerinde kalabilecek.

Bir de “vizyonerler” sınıfı doğacak. Bunlar sadece bugünü değil, insanı, doğayı ve toplumu doğru okuyanların şekillendireceği yeni dünyanın oyuncuları olacak. Kendi kapasitelerini ve işbirlikleri ile “olması gereken normali” iş modeli olarak tasarımlayacaklar. Kendilerini ve eko sistemlerini “rebuild” edecekler. İşe de “şirketlerin varlık nedenlerinden” başlayacaklar!

Şirketlerin Varlık Nedeni Sorusu Çözümün Başlangıcı

Accenture’un raporu CEO’ların şirketlerin varlık nedenleri ve markalarının buluşma noktası olan 4 ana noktaya odaklanmaları gerektiğinin altını çiziyor;”

“Şirketin varlık nedeninin önemi ön sıralara geliyor. Hem de her zamankinden daha fazla. Pandemi insanlık ve değerlerimizi test ediyor. Covid-19 hepimizi ortak bir amaç etrafında buluşturdu bu da şirketlerin varlık nedenlerini yeniden düşünmemizi sağlayan bir yere bizi taşıdı.
Kendimizi gerçekleştirmekle ilgili tutumumuz temel ihtiyaçlarımıza odaklanmamıza neden oldu. Bu nedenle CEO’lar gerçek zamanlı bir şekilde çalışanların ve tüketicilerin ihtiyaçlarını dikkatle takip etmeliler.
Yeniden yapılanırken, tüketim alışkanlıkları ve amaçları ile ilgili gelişmelerin daha önce hiç tanık olmadığımız şablonlar olacağını görebiliriz. Satın aldığımız ve yaptığımız işlerle ilgili “doğru” kararları vermek; böyle yapmadığımız zamanlarda da sert eleştirilere muhatap olacağımızı öngörebiliriz.
Bu krizin içinden çıkaracağımız ana ders istediğimiz zaman işlerin gidişatını değiştirmekle ilgili kararları son derece hızlı bir şekilde alabileceğimiz gerçeği oldu.”

Gidişatın marka ve tüketici boyutlarına baktığımızda işin içinde kendimizi görebiliriz. Satın alma kararlarını verirken neleri önceliklendiriyoruz? Markaların başta toplum sağlığı olmak üzere duyarlı olduğumuz konulardaki davranışları kanaatlerimizi nasıl etkiliyor? İşverenlerimizin tutum ve davranışları bize hangi mesajları veriyor? Ekonomik ve finansal belirsizlik yaşam tarzımız ve bunların içindeki markalarla olan ilişkilerimizi nasıl etkiliyor?

Tüketici Davranışları Nereye Doğru Değişiyor?

Accenture’un bir başka raporu bu soruların etrafındaki görüşleri yansıtıyor;

  • Tüketici davranışları, satın alma alışkanlıkları değişiyor. Bunlar pandemi sonrasında da kendilerini koruyacağına benzer.
  • Her ne kadar şu anda tüketiciler temel ihtiyaçları merkezli bir tercih içinde görünüyorlarsa da bilinçli olarak yerel ve e-ticaret odaklılar.
  • İzolasyonlu bir yaşamı yönetmek için tüketiciler dijital bağlantı, öğrenme ve oynama eğilimliler ve bu böyle devam edecek.
  • Evden/uzaktan çalışma oranı ister istemez artacak.
  • Tüketiciler Covid-19’un sağlık ve ekonomik etkilerine aşırı duyarlılar. Bu duyarlılık satın alma alışkanlıklarındaki değişimi doğal olarak tetikliyor.
  • Küresel boyutta insanlık kendini yeni normale uyarlamaya çalışıyor. Ama daha önemlisi

bunun kendisi için ne anlama geldiğinden çok ailesi, arkadaşları, sevdikleri ve toplum geneli için ne olacağı ile ilgili.

Tüketici bilincinin çarklarında da bir değişim gözlemlemekteyiz. Örneğin gıda israfında çok daha duyarlı olduk. Daha bilinçli alışveriş beraberinde sürdürülebilir kapsamlı satın alma eğilimlerini ortaya çıkardı. Bu gidişat markaların iş modellerini gözden geçirmelerini gerektirecek kadar yaygınlık kazandı.

Turizm ve Diğerleri Ne Olacak?

 

DW

Turizm endüstrisi ve yan kolları buna en güzel örnek olacak gibi. Bir yandan hava ulaşımı, transferler, seyahat acenteleri, oteller ve bunlara hizmet sağlayan birlerce işletme kendilerini “reset”leme değil “rebuild” etmek durumunda.

Peru’da Machu Picchuya yapılacak bir toplu seyahatin gerekçeleri arasında tarih ve kültür deneyimlemesi her ne kadar kendi yerini koruyacak olsa da; yapılacak turun hijyen koşulları, karbon ayak izi gibi konular kararlarımızı etkileyebilecek faktörler arasında yer alacak.

Yurt dışına giderken “vize” uygulamalarının nasıl olacağını, vize verecek ülkelerin bile bilmediği bir dönemden geçiyoruz.

Her ülke kendi Covid-19 gündemini yaşıyor. Bir turizm hareketi için karar verildiği zamandaki gidilecek ülkenin sağlık koşulları seyahati gerçekleştirdiğimiz dönemde çok radikal değişikliklere uğrayabilir. Sınırların kapatılabileceği ancak bilim kurgu romanlarının konusu iken bu uygulamalarla yüzleştik. Bir daha ya da çok kere daha yaşamayacağımızın güvencesi var mı?

Turizm endüstrisi kendini “yeniden yaratmak” (rebuild) durumundaki iş kollarından sadece bir tanesi.

Benzer bir durum alışveriş merkezleri için geçerli. Buraları yönetenlerin verdiği hijyen güvencesi insanların toplu yaşam içindeki duyarsızlıklarını üstesinden gelemiyor. Kendi sağlığımızla ilgili önlemler alırken başkalarının sağlığını da hesaba katıyor olabiliriz ancak başkalarının bizim sağlığımızı hesaba katıp katmadıklarına yönelik kuşku ister istemez alışveriş merkezleri gibi toplu hareket edilen ortamlardan bizi yıllarca uzak tutabilir. Alışveriş merkezlerinin varlık nedeni “markalar”. O halde, markalar ve alışveriş merkezleri arasındaki “gönül” ilişkisi birbirine ihanet boyutları yaşanmadan nasıl çözümlenecek?

Benzer bir durum; konserler, maçlar, sinema ve tiyatrolar gibi coşkulu kalabalıkların duygularına ihtiyaç duyulan iş kolları için geçerli. Kişi sayılarının hijyen koşullar nedeniyle sınırlandırılması bu faaliyetlerin ruhuna aykırı. Birbirinin omuzuna dokunmadıktan sonra ne lezzeti var ne zevki var. İtiş kakışlı ritüelleri doğasında var olan bu ortamları kendilerini “reset”leseler ne kadar daha ömürlerini uzatabilirler ki?

Fuarlar, festivaller, kutlamalar zaten Covid’den nasiplerini alanlarının başında geliyor. İnternet ortamına taşınsalar bile hiçbiri ortaya çıkış ve kalabalıklarla buluşma coşkusunu amaçlarına uygun yaşatamayacaklar.

Maskeler Çevre Kirlenmesini de Maskeleyebilecek mi?

 

news.un.org

Kolonya, tek kullanımlık maske, eldiven ve sağlık personeli giysileri kârlı bir iş gibi görünebilir. Milyarlarcasının yarattığı çevre kirlenmesinin bedelinin yine bizim tarafımızdan ödeneceğini hesaba kattığımızda buradan kazanacağımız paranın boğazımızda düğümlenmeyeceği ne malum? İşte “reset”lemenin sonuçlarından biri. Oysa ki bu işler yapan CEO’ların çözümü “rebuild” olmalıydı!

Küresel çapta bir salgının yarattığı tsunami benzeri ekonomik, sosyal ve çevresel yıkım tabii ki Harvard’da okutulmuyordu. Belki iş simülasyonlarında “olmayacak duaya amin demek” kıvamında incelenmişliği olabilir ancak sınırların kapatılabileceği boyutunda gerçekleşebileceği hesaba katılmamıştı. Kaldı ki, Covid-19 insanlık tarihinde kendi koyduğu kuralları ve yaşam tarzını alt üst eden ilk yıkım da olmayacak. Köşe başında bekleyen iklim değişikliği ve küresel ısınmanın neden olabileceği başka yıkımları dikkate aldığımızda zaman geçirmeden çok daha “radikal” önlemler almamız gerçeğiyle buluşmamız şart!

(*) BrandMap Ekim 2020 sayısında yayımlanmıştır.BM39_Eylül-Ekim_2020_Salim_Kadıbeşegil

 

 

 

 

 

Henüz yorum yok.

Ne düşünüyorsun?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir