Yeni bir “Ortaçağın” habercisi olan internet yasa tasarısını kim hazırladı? Bu konuda Serhat Ayan’dan (tknlj.com) bir alıntı yapalım: “Asıl işi PR. Halkla ilişkiler konusunda lisanstan doktoraya kadar ne var ne yoksa almış. Sosyoloji biliyor, görsel tasarım biliyor. 69 doğumlu, alımlı, 2002 yılında dünyanın en genç kadın parlamenteri ünvanını almış, kürtaj karşıtı bir kadın.
İnternet için yapılması istenen değişikliklerin altında onun imzası var. Hangi şapkasıyla internet konusunda görüş bildiriyor bilmek çok zor. Bir PRcı olarak mı, sosyolog olarak mı? Eski rektör yardımcılığına binaen mi? Zira imzasını koyduğu maddeler bayağı bildiğiniz hukuk kitap işi, bu işi yalayıp yutmuş insanların işi.”
Bu topraklar matbaayı 250 yıl ıskaladı. Avrupa karanlık Ortaçağı matbaanın bilgiyi yayma ve paylaşma cesareti ile aşabildi.
Yazmak, çizmek “düşünmek” ister…
Yazanlar, çizenler düşündüklerini “özgürce” ifade etmek ister! Bilinir ki paylaşılan düşünce insanı insan yapan en önemli değerdir!
Bin yılı aşkın bir süre bu topraklarda yaşayan filozoflar böyle yapıyorlardı.
Düşünce üretiyorlardı.
İnsandan, hayvana…
Bilimden, uzaya…
Tarımdan teknolojiye…
Dinden, örf, adet, gelenekler ve kültüre kadar…
Yaşamın her alanında düşünce üretiyorlardı.
Filozof dedik onlara…
Onlardan ilham alan başka filozoflarda yüzyıllar boyu düşünce ürettiler.
Ürettiklerini paylaştılar. Onların interneti Agoralardı! Pazar yerleriydi. Kimse oraları “düşünce paylaşıyorlar” diye yasaklamadı!
Çünkü, paylaştıkça; insan için; doğa için; bu gezegen için; ne doğru/yanlış, ne iyi/kötü, ne güzel/çirkin tartışmalarından bir yaşam kalitesi peşinde koştu insanoğlu.
Zaman içinde bazen paylaşılan düşünceler “birilerinin” işine gelmedi. Bu düşüncelerin sahiplerine işkence edildi. Eziyet edildi. Hatta öldürüldüler. Ama hep düşünce üretenler haklı çıktı.
Düşünce üretimi bu toprakların altındaki antik kentlerde başladı. 2 bin yılı aşkın bir süredir bir pusula gibi dünyanın dört bir köşesinde başkalarının düşünce üretimlerinin mayası oldu.
Ama sonraları…
Bu toprakların sahipleri değişti. Başka alışkanlıkları olan kavimler, toplumlar bu topraklarda yaşamaya başladı.
Ve zaman içinde “düşünmek” günlük yaşamın bir parçası olmaktan çıktı. Başkaları bizim adımıza düşünüyordu artık!
Bizim düşünmemize gerek yoktu!
Bugünlere kadar devam ettiği gibi onlar bizim için her zaman “en iyisini” düşünürlerdi!
Yazmak ve çizmekle ilgili bir gündemi olmadı buralarda yaşayan insanların. Bir kaç istisnası dışında…
Sanki DNA’lardan çıkarılmıştı “bir şeyler düşünmeye” olan ihtiyaç! Bir şeyler düşünenleri az olan bir toplum olduğumuzdan “paylaşacak bir şeyler de” doğal olarak yok denecek kadar azdı! Dünyada kişi başına en az kitap okuyan toplumlar arasında olmak bile bizi rahatsız etmedi.
Onun yerine düşünenleri, yazanları, çizenleri hapishane hücrelerine göndermek daha kolay bir yol oldu!
İşte bu yüzden Gütenberg’in neyi keşfettiği ve neyin peşinde olduğu bu toprakların pek umurunda olmadı!
Bu uzaktan bakış tam 250 yıl sürdü…
Okumak, yazmak, düşünmek ve bunları paylaşmakla ilgili o “ıskaladığımız” 250 yıllık bir boşluktur bugün içinden çıkmakta zorlandığımız ve bir türlü anlam veremediğimiz gelişmeler!
Belki “halkevleri” ve “köy enstitüleri” bu acımıza merhem olur diye düşünmüştük.
Ama onları da “yok etmeyi” becerdik!
Çünkü, düşünmek ve düşündüklerimizi üretmekten daha önemli işlerimiz vardı! Düşünceleri ve düşünenleri kontrol altında tutmak!
Neden son 30 yılın en önemli enformasyon teknolojileri ile ilgili gelişmeler özellikle ABD kökenli?
Apple, Google, Amazon gibi değerleri milyarlarca dolar eden markalar bugün tüm dünyanın sosyal, ekonomik ve siyasi gelişimine yön verebiliyor. Bu teknolojileri 48 saat hayatımızdan çıkardığımızı düşünün; tam bir kaos olmaz mı?
Bugün cep telefonlarına kadar giren sayısız teknolojiyi hangi “kültürel iklimde” geliştirdi bu insanlar?
Neyi, ne kadar düşünebilecekleri ve bunun sonunda ne geliştirebileceklerini tanımlayan yasalar mı vardı oralarda?
Neden bu iklim bu topraklarda oluşmadı?
1984
Bugünlerde George Orwel yeniden gündemimde.
Bir önceki yazım 1940’larda yazdığı “Hayvan Çiftliği” ile ilgiliydi.
İnternet yasa tasarısı ile ister istemez Orwell’ın 1949’da yazdığı “1984” romanını hatırladım.
“Büyük Biraderin” yaşamın tamamını gözetimi ve kontrolu altına aldığı roman.
Aşkın bile yasaklandığı, umudun toplumda kökünden kurutulduğu bir dönemi anlatır roman.
Aksine hareket edenler “101” numaralı odaya gönderilirler.
Tahmin etmekte zorlanmadınız. Orası sorgu ve işkence odasıdır.
Bir kez kapısından içeri girildiğinde ceza almadan çıkmak olası değildir!
Bir toplum “101” numaralı oda kabusu içinde yaşamlarını sürdürürler. Özgürlük arayışı içinde olanların -pardon- bunu düşünmeye kalkanların kendilerini 101 numaralı odada bulacakları ve oradan kesinlikle çıkamayacakları bilinir.
Steve Jobs 16 Ocak 1984’de Apple Macintosh’un tanıtımını 1984 adını verdiği bir reklam filmi ile yaptı. Orwell’ın romanına atfen artık “Büyük Biraderin” raf ömrünün dolduğunu duyurdu insanoğluna.
İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başladığını müjdeler.
Günün birinde (1984 yılında yapıyor bu konuşmasını) herkesin masasında bir bilgisayar olacaktır ve bu bilgisayardan dünyanın her hangi bir yerindeki bir bilgiye zahmetsizce ulaşacaktır insanoğlu. Böylece, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi çabamızla görebileceğimiz bir dönemin başlangıcı olmuştu 1984. George Orwell’ın “Büyük Birader” olarak tanımladığı otoriter anlayış artık “söz geçiremeyecekti”!
İnternet hayatımıza girdi.
Artık hepimizin bırakın masalarımızı, ellerimizdeki cep telefonlarıyla dünyanın herhangi bir yerindeki bilgiye, zaman sınırlaması olmaksızın erişim imkanı var. Bu bilgiler yaşamımızı yönlendiriyor. Karar vermemizi sağlıyor. Yaşamımızı hangi genel doğrular içinde yönetmemiz gerektiği ile ilgili bir kılavuz gibi günümüzün içinde her dakika yaşıyor.
Tabii ki içinde yanlış, eksik, kasıtlı, farklı amaçlar için oluşturulmuş bilgiler de var. Ama onlar internet olmasa da var. Hem de bizzat bizim adımıza kararlar alan ve uygulayanların içinde var.
Ayrıca internet ortamı kendi içindeki bilgileri yenileme, temizleme imkanına sahipken…
Steve Jobs’ın Macintosh lansmanının üzerinden 30 yıl geçti…
Gütenberg’in matbaası çalışmaya başladığından bu yana ise 564 yıl…
Çağdaş dünya düşünce ve ifade özgürlüğünü daha nasıl yaygınlaştırabiliriz, bunların önündeki engelleri nasıl kaldırabiliriz diye kafa patlatırken…
Bir bilim insanı, iletişimci, halkla ilişki kurmakla ilgili bir mesleğin saflarında akademik kariyer yapmış bir kişi nasıl oluyor da 21. yy’da insanoğlunun düşünce üretmesi, özgürce bunu paylaşması ve tartışmasına olanak veren internet ortamının kullanımına sınırlama getirmek isteyen bir yasa tasarısı hazırlar?
Nasıl olur da “bireylerin küreselleştiği” bir yüzyılda “101” numaralı odayı yapar?
Steve Jobs ve Gütenberg nerede yanıldı acaba?
Figen İsbir
Şubat 4, 2014yanıldıkları sakın şu olmasın : İnsan denen varlığın cahil kalmaya direnmek konusundaki kapasitesini fazla mı küçümsediler acaba ?