Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Domuzlar!

Pazarlama dünyasının dönemsel yayını BrandMap dergisi 60. syısında yer alan “Domuzlar” başlıklı yazımı aşağıda okuyabilirsiniz.

Gündemin üst sıralarında sokak köpekleri duruyordu. Şimdi en az onlar kadar sokaklardaki domuzlar hayatımızın bir parçası oldular.

Bodrum’da…

Fethiye’de…

Kuşadası’nda…

Marmaris’te…

Aydın’da…

Denizli’de…

Daha sayabileceğimiz onlarca kent merkezinde ailecek piknik turuna çıkmış domuz sürüleri görüyoruz.

Barışçıl turluyorlar parkları, bahçeleri…

Çoluk çocuk birbirlerinden çok uzaklaşmadan…

Çöpleri karıştırıyorlar…

Karınlarını doyurmaya çalışıyorlar…

Sosyal medya kent merkezlerindeki domuz sürülerinin görselleri ile çalkalanıyor.

Yöredeki insanlar arasında domuzları besleyenler var…

Domuzlara  “Ahmet, Mehmet, Feridun, Nebahat” diye isim takanlar var.

Yaşamın içindeler. Alışveriş merkezlerinin önünde çift yönlü trafik akışında, kaldırımlarda, parklarda, bahçelerde domuzlar hayatımızın bir parçası haline geldiler.

Yerel yönetimler ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Köpek olsalar barınağa gönderecekler. Domuzlar için barınaklar ormanlarımızdı. Ama yandılar! Aslında ormanlar arasında rahat dolaşsınlar diye yaşam alanlarına otoyollarla müdahale ettiğimiz için onlarca para harcayıp üst geçit köprüleri bile yaptırmıştık.

Ama belli ki “mutlu” değiller. İşe yaramamış.

Bizi yerimizden eden “insanlar” ne yerler ne içerler merakından kent merkezlerine gelmiyorlar! Ait oldukları yaşamın “çalınmış” olduğunu belgeliyorlar.

“Tatile çıkmadık. Aç ve susuz kaldık” diyorlar!

Oysaki domuz sözcüğü hayatımızın içinde hep “tırnak” içi kavram olarak yer etmiştir.

“Domuzluk yapma” deriz mesela bizi kızdıran birine.

İnsandan da dostluk beklemek için doğru, güvenilir bir kişi olmak gerektiğini anlatan bir atasözü vardır: “Domuzdan post, insandan dost olmaz.”

Günün içinde konuşmalarımızın ayrılmaz bir parçasıdır domuzlar. Domuz gibi çalışırız, yeriz, doyarız, yaşarız, uyuruz… Domuz gibi şanslı ve zengin de olabiliriz.

Dinen yenmesi uygun görülmez ama bu durumdan domuzlar memnundur!

Çok değerli ve kıymetli bir şeyin tam anlamıyla değerini bilmeyen biri için “domuzun canı, elmanın yarısı.” diye bir söz vardır. Domuz, genellikle değerli şeylere fazla değer vermez, aynı şekilde insanların da bazen değerli şeylere gereken özeni göstermediği anlatılır. Ormanlarımız gibi!

Ormanlarımız ardı ardına yanıyor! İçindeki canlılar ile birlikte yaşam yok oluyor. İklim krizinin şakası yok. Çepeçevre kuşatıldık yangınların isinde. Bugün alevlere teslim olmadıysak bile sanki “eli kulağında”. Kapımızı çalarsa ne yapacağımızı biliyor muyuz? Ne kadar bilinçli ve eğitimliyiz? Hayatları pahasına bu yangınları söndürmek için mücadele edenlere nasıl destek olabileceğimiz konusunda bilgi dağarcığımızda ne var? Bilmiyoruz. Göz yaşlarımızın sert rüzgarlarla izdivaç içindeki alevlerin üstesinden gelebilecek bir mucize mi düşlüyoruz?

Öte yandan devletin malı deniz yemeyen “domuz” yasaları geliyor “torba” içinde karşımıza. İçinde binlerce yıllık zeytin ağaçlarımızın göz yaşları var! O da içimizdeki “yangın”. Toprağın üstündeki zenginliğin farkında olmayan bir zihniyetin doğayı geri dönüşü olmayan toprak altındaki madenlere teslim etmesi belli ki hepimizin içini kavuruyor.

Oysaki bu zenginliğin farkına taa 7 Şubat 1939 tarihinde 4126 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Zeytincilik kanunu ile varmışken.

Barışın, umudun simgesi zeytin dallarını Birleşmiş Milletler’in simgesi yapmışken.

Biri torbanın içine tıkıştırılan “domuz” bir anlayışın kanunlaştırılmasına el kaldıranların isimlerine tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın şu sözlerini havale ediyorum:

“Zeytinliklerin katliamına yol açacak düzenleme 11.kez gündemde. Türkiye, dünyanın sayılı zeytin ve zeytinyağı üreticisi ülkelerden birisi. Son 15 yılda Türkiye, doğru bir kararla zeytin ağacı varlığını 90 milyondan 204 milyona çıkardı. 2024 yılında 3,6 milyon ton zeytin üretimi ile tarihi bir rekora imza attı. Zeytinde böyle bir başarı elde etmişken zeytin katliamına neden olacak bu düzenleme hem üreticiye hem tüketiciye hem de ülkeye zarar verir. Zeytin katliamına neden olacak, zeytinliklerin kömüre, madene feda edilmesine yol açacak düzenleme bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Bir kez daha diyorum çünkü son 23 yılda hükümet tam 11 kez zeytin sahalarının imara, sanayiye, madenciliğe açılması girişiminde bulundu. Kimi zaman torba yasa ile kimi zaman yönetmelik değişikliği ve benzeri ikincil mevzuatla yapılmak istenen bu düzenlemelerin birçoğu yargı kararı ile iptal edildi veya toplum baskısı ile geri çekildi.”

Ali Ekber Yıldırım da “domuz” zihniyete dikkat çekiyor. “Bu düzenleme ne için yapılıyor? Madenciliğin teşvik edilmesi, desteklenmesi, enerji üretiminin artırılması. Kısacası maden şirketlerine, kömür çıkaran şirketlere rant sağlanması denilebilir. Üstelik bu ‘kamu yararı’ söylemi ile yapılıyor. Binlerce yıllık zeytincilikten vazgeçip fosil yakıttan enerji üretmek ‘kamu yararı’ olarak sunuluyor.”

Doğa Derneği diyor ki:

“Zeytinlikler, bir tarla değildir. Türkiye’deki zeytin üretim alanları, pek çok canlı için bir ekosistem oluşturuyor. Kuş türleri burada yuva kuruyor ve besleniyor. Zeytinlerin aralarında meşeler, sandallar, hayıtlar, ahlatlar ve pek çok bitki türü yaşıyor. Domuz, tilki gibi memeli türlerine koridorlar ve yaşam alanları sağlıyor. Ayrıca Türkiye kıyılarının bir kısmı zeytinliklerden oluşuyor. Bu alanların maden alanına dönüşmesi aynı zamanda kıyı ve deniz ekosistemlerini de tehdit ediyor.”

Akbelen’deki ormanları korumak için ağaçlarının başında nöbet tutan İkizdere köylülerine layık görülen jandarma dipçiği de “kamu yararının” alameti farikası olarak tarihe geçiyor.

Oysaki daha önceki girişimlerde: “Danıştay, kararlarında yönetmelikle yasanın değiştirilemeyeceğini bunun anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Bundan daha önemlisi Enerji Bakanlığı’nın enerji üretiminde ‘kamu yararı’ olduğunu savunması üzerine, Danıştay asıl kamu yararının zeytinliklerin korunması olduğunu, bu düzenlemenin ‘telafisi güç, imkansız, zararlar’ doğuracağını” belirtti.

Daha ne olsun!

Ormanlarımız yanıyor!

Zeytinliklerimiz kökleniyor…

Sular çekiliyor.

Domuzlar evlerinden oluyor.

Yaşam alanları herkes için tükeniyor.

Kamunun eliyle “kamu” kalmadı ki “yararı” olsun!

Biz nereye gideceğiz? Domuzlarla birlikte çöp karıştırıp yiyecek mi arayacağız?

 

 

 

 

 

 

 

 

2 Responses
  • Salim Arslanalp
    Eylül 13, 2025

    Yeni madencilik yasa tasarısı geçerse durum daha da vahimleşecek, korkum işin bir avuç çevrecinin direnişine kalması. Oysa habitat ev demek. Evleri savunmak oturanların değil hepimizin boynunun borcu. Habitatları tahrip ettilçe, ekolojik dengeleri bozdukça vahşi yaşam kentlere göçüyor ve türlü hastalıkların nedeni oluyor. Ben de bu yasaları çıkaranlarda kamu diye bilinç olmadığına inanıyorum. İş sivil farkındalıkta ve örgütlü bir direniş için dünyayla bütünleşmekte.

    • Salim Kadıbeşegil
      Eylül 14, 2025

      çok doğru tespitler adaş. gezegenin kazananlar arasında olmadığı hiç bir iş modelinin kazanma şansı yok aslında. ancak bu gerçekle yüzleştiğimizde iş işten geçmiş olacak 🙁

    Ne düşünüyorsun?

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir