Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Günün birinde mülteci olmak!

TEİD, Etik ve İtibar Derneği’nin Sonbahar 2021 sayısında yer alan “iklim krizinin şakası yok!  Günün birinde mülteci olmak” başlıklı yazımı aşağıda okuyabilirsiniz. Yazının yayımlanmış hali:Günün birince mülteci olmak

İklim krizinin şakası yok. Doğanın kanunlarından kaynaklanan kendi kuralları var. Yıllar boyunca insanlığa gereken her türlü uyarıyı yaptığı için, aymazlıklara, vurdumduymazlığa karşı faturayı kesti. Tahsilatı da son derece acımasız bir şekilde gerçekleştiriyor.

İşte burnumuzun dibinde yanan ormanlarımız. Bir yanda ciğerimiz diğer yanda geleceğimiz yandı, kül oldu içindeki yaban dostlarla. İşte sel felaketinin yuttuğu köyler, ilçeler… Bunlar kendi coğrafyamızda tanık olduklarımızdan sadece birkaçı.

Amerika’da aylardır yanan ve söndürülemeyen Kaliforniya ormanları… İDA kasırgası ile yerle bir olan ABD’nin güneyindeki yerleşim merkezleri, tarım alanları… İtalya’nın dört bir tarafı yanıyor. Sibirya’da yangınlar hala söndürülemedi. Seller, kasırgalar ve doğanın yönettiği her şey giderek artan şiddet katsayısı ile gezegenin her tarafında yaşamı olumsuz etkiliyor. Hatta Madagaskar’da olduğu gibi milyonlarca insanı açlıkla baş başa bırakabiliyor.

BM’nin tahminlerine göre 2005’ten bu yana dünya nüfusu yaklaşık bir milyar arttı.

Dünyanın neresinde yaşadığınıza ve yaşam tarzınıza göre gaz emisyonuna etkiniz de değişiyor. Bu da yaşadığınız coğrafyanın iklim krizinden nasıl bir olumsuzluğun yansıyacağını belirliyor.

Sayfayı çevirdiğimizde insan elinden çıkma sıcak savaşları görüyoruz. İşte Afganistan! En uzun savaşlardan bir tanesi “oralara” demokrasi götürme vaadi le yüzbinlerce kişinin ölümü ile sonuçlanırken Batı için tam bir fiyasko, utanç ve yenilgi sözcükleri ile tanımlanıyor! Burnumuzun dibinde, Irak, Suriye… Filistin toprakları… Biraz ötesinde Yemen… Afrika’nın hemen hemen her köşesinde silahlar konuşuyor, insanlar ölüyor. Bangladeş, Pakistan, Hindistan, Myanmar’ı saymıyoruz bile. İnsanlık dramının yürek yıkan görüntülerinin doğal yaşam haline dönüştüğü coğrafyalar bunlar.

ecre.org

Tüm bunların sonucunda gezegenin bütünü bir “mülteci barınma merkezine” dönüşüyor. Günün birinde iklim krizinin sonuçları ya da insan elinden çıkma suçlar nedeniyle kendimizi mülteci kuyruklarında bulabiliriz. Öyle ki, günün birinde barınacak bir mülteci merkezi bile bulamayabilecek insanoğlu! Gezegenin tüm coğrafyalarında bugün olmasa, yarın; yarın olmasa öbür gün insanlığı mülteci kimliği ile buluşturacak bir oluşum söz konusu. Ve “hala görmüyoruz”… Yüzleşmiyoruz bu gerçekle!

Birleşmiş Milletler’in 1990’ların başında uygulamaya koyduğu “sürdürülebilir insanı gelişim” felsefesinin de iflası anlamına gelen bu gelişmelerle küresel ısınmanın 2C’nin altında kalmasını hedefleyen 2050 yılını bile görebileceğimiz şüpheli!

Mülteci kıvamında bir yaşam kapımızın önünde. Pandemi ile bir ısınma turu attık zaten. Tüm özgürlüklerimizden kendi irademizle vaz geçtik. Hapis hayatı yaşadık. Uçağa, trene, metroya binemez olduk. Sınırlar kapandı. Bir şey öğrendik mi? Tabii ki “hayır”. 2020 başlarında geri dönmekten söz ediyor bilim insanları. Aşıların “bir dereceye kadar etkin” olduğu ama bunun bile garanti olmadığını biliyoruz. Covid-19 tedavisinde ise “bir arpa boyu yol alınmadığı” gerçeği var önümüzde. Kimsenin önünü görmediği, göremediği “kaos” devam ediyor. Ulus devletler çuvalladı, uluslararası kurumlar sınıfta kaldı… Liderler meğerse “kâğıttan kalelermiş”… Akdeniz’in azgın sularında boyunlarında 2 dolarlık can yelekleri ile umuda yolculuk yapanların tükenmiş umutlarını yeşertecek mültecilik bile evrim geçiriyor! Yeni bir yaşam ümidi ile “gelişmiş” ülkelere kendilerini atmak isteyenlerin artık orada sürdürülebilir bir yaşam bulup, bulamayacakları bile tartışma konusu.

Kitlesel göçler beraberlerinde kültürleri ile yolculuk yapıyorlar. Önce kültür şoku, sonra uyum beklentisi, ama en korkuncu “insan hakları” bayrağının dalgalandığı yerlerde mültecilere kültürlerini korumak istedikleri için gösterilen yabancı düşmanlığı! Oysa bu düşmanlığı yapanların da “mülteci kimlik kartı almak için” kuyruğa girebilecekleri günler çok uzakta değil.

Örnek; Amerika Birleşik Devletleri. Bu yüzen dağılmıyor mu? Bu yüz yılın sonunda bugünkü ABD dünya siyasi haritasında olabilir mi? Kim bilir Amerikalılar kendi iç düşmanlıkları veya iklim krizinin yok edici etkilerinden dünyanın hangi coğrafyalarına göç edecekler?

İyi haber hiç mi yok?

Vox

Var tabii. Gençler! Şimdi yaşları 13-25 olanlar 20 yıl içinde siyasette, sivil toplumda, iş dünyasında ipleri elinde tutacak olanlar. Kararları verecek olanlar. Peşlerinden milyonları “insan haklarına dayalı ekolojik çevre ile dost, yerel kültürü önemseyen; barış, adalet, hukuk kavramlarını sözlük anlamında kullanan” bir dalga var sanki arkamızda. Fırsat verilir mi onlara bilinmez ama bir “umut” var.

Gençlere yönelik beklentimiz dışında küçük, bölgesel ama “iyileştirmeler” başlığı altında doğa kanunlarına uyumlu adımlar da atılıyor. Mesela; Güney Kore’nin Jeju Adası’ndaki çiftçiler artan hava sıcaklıklarıyla beraber daha önce bölgede yetişmeyen, kahve çekirdeği, papaya, hindistan cevizi, şeker kamışı ve avokado gibi mahsuller ekmeye başladı.

Paris İklim Değişikliği Anlaşması uyarınca, zengin ülkeler, iklim değişikliğine uyum sağlamalarında yardımcı olma amacıyla yoksul ülkelere ‘iklim finansmanı’ sağlamayı kabul etti. Ama uygulanıyor mu, tartışılır!

Karbon ayak izi ile ilgili duyarlılığın kapsamı genişliyor. Bu da iyi haberler arasında.

Birincil ayak izi olarak tanımlanan  ev içi enerji tüketimi, ulaşım (araba, uçak), dahil olmak üzere fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan, doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsü konusunda bireysel farkındalık artmış durumda.

İkincil karbon ayak izi; kullanılan ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsü. (şişe suyu tüketimi, et tüketimi, uzak ülkelerden gelen yiyecek içecek, kıyafetler, fazla ambalajlanmış ürünler)

Dana eti ve kuzu eti, besi hayvanlarının sindirim sistemleri, güçlü bir sera gazı olan, metan gazı ürettiği için çevreye en çok zararı olan yiyeceklerin başında geliyor. Bu konulardaki farkındalığın da on yıl öncesine kadar göreceli artığını söyleyebiliriz.

BM, yerli üretim gıdaların daha çok tüketmemiz gerektiğini ve yiyecek artıklarını azaltmamız gerektiğini söylüyor.

Gıdalarımızın nerede ve nasıl üretildiği de önemli, zira aynı gıdanın üretildiği yer ve yönteme göre doğaya etkileri de çok farklı olabilir.

Örneğin, ormansızlaştırılmış bir bölgede yetişen bir sığır, doğal ortamında yetişen ineklere kıyasla 12 kat daha fazla gaz emisyonu yaratıyor. Bu konulardaki bilinçlenme de hızla artıyor.

Günün birinde iklim krizinin sonuçlarından etkilenmemek için ne yapabiliriz?

BM Hükümetler arası İklim Değişikliği Panel’i (IPCC), bireysel adımlar atılmadığı sürece dünyanın gaz emisyonu hedeflerine ulaşmasının mümkün olmadığını söylüyor.

IPCC yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:

Daha az kırmızı et, süt, peynir ve tereyağı satın alıp daha çok yerli üretim gıdalar tüketin, gıda atıklarını azaltın

Seyahat yöntemlerinizi değiştirin. Elektrikle çalışan otomobiller kullanın ama kısa mesafeyse yürüyün veya bisiklete binin. Uçaklar yerine trenleri, otobüsleri kullanın

İş için seyahat etmek yerine, video konferansla iletişim sağlayın

Yıkanan çamaşırları kurutma makinesine atmayın, çamaşır ipinde kurutun

Evlerinize yalıtım sistemi kurun

Her tüketim ürününde düşük karbon talebinde bulunun

IPCC ayrıca, ışıklandırmanın enerji tüketimini azaltmaya etkisinin genelde düşünüldüğünden daha az olduğunu, su ısıtmak için kullanılan enerjinin etkisinin de tahmin edilenden daha fazla olduğunu ortaya koydu.

İklim değişikliğiyle mücadele için yaşam tarzımı değiştirecek bütçem yoksa ne olacak?

BBC’nin BM raporuna dayanarak yaptığı haberdeki şu tespit kayda değer;

İklim değişikliği farkındalığıyla yaşamak ve yaşam tarzını buna uyumlu hale getirmek maliyetli olabilir. Bu, beslenme alışkanlıklarından, elektrikle çalışan araç kullanmaya kadar bütçeyi zorlayan değişiklikler olacaktır.

Ama yine de kırmızı et yerine ucuz sebzeler tüketmek, işe toplu ulaşımla veya yollar ve mesafeler uygunsa bisikletle ya da yürüyerek gitmek de atılabilecek adımlardan olabilir.

Diğer yandan evde tüketilen enerjide tasarrufa gitmek de kabarık faturaları azaltabilir.

Sonuçta; alışkanlıklarımızı değiştirmekle günün birinde mülteci barınağında “sığınmacı” statüsünde ne olacağı belirsiz bir gelecekle kucaklaşmak arasında bir tercihi bugünden yapmak durumundayız.

 

Henüz yorum yok.

Ne düşünüyorsun?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir