Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Populizm çağında Post-Truth

Blogumda bu kez yakın dostum, meslektaşım ve iletişim dünyasının saygın isimlerinden Prof.Dr. Haluk Gürgen’in “ıskalanmaması” gereken bir yazısına yer veriyorum. BrandMap dergisinin Haziran 2019 sayısında yer alan makalesinde Haluk Hoca çağımızın küresel bir hastalığı olan “Post-Truth” kavramını sorguluyor. Bir kaç kez okunması gereken bir yazı.

“Felsefenin en eski ve en önemli sorularından birisidir: Değişmeyen zaman ve mekana bağlı olmayan, görünenlerin ardında duran, kendisi görünmeyen ama görüneni mümkün kılan bir hakikat var mıdır? Varsa nasıl kavranabilir, bilinebilir? ” 

Yaşamı düzenleyen ya da düzenleyecek ilke görece bir ilke midir? Yani bu kişiye, zamana ve mekana göre  değişen bir ilke midir? doğrunun, ahlaklılığın ve haklının ne olduğu konusu, bunlara dair ölçütler, yaşamın değişkenliğine ve belirsizliğine bırakılabilir mi?

Herkesin hakikatı, doğrusu kendisine olduğunda, zevkler ve renkler tartışılmadığında, iyi kötü, doğru yanlış, haklı haksız konuşulamadığında, iletişim kurmamız mümkün olur mu? Çünkü iletişim için ortak bir hakikat alanına ihtiyacımız yok mu?. İletişimin ortadan kalkması ise ortaklaşabilirliği, işbirliğini, birlikte yol almayı, birlikte bir gelecek kurma inancını ortadan kaldırmaz mı?.

Oysa, hakikati hakikat yapan şey, onun evrensel değilse bile genel olması yani herkes tarafından analaşılabilir, kabul edilebilir ve paylaşılabilir olan bir gerçeklik taşımasıdır.

Hakikat Arayışı

Bu hakikat arayışı Kantla birlikte önemli bir gelişme göstermiştir. Hakikatın görünenin kendisine, yani yaşamın kendisine dair bilgide aranması gerektiğine dair bir felsefi zemin, ahlakın, siyasetin, sanatın ve hatta bilginin kılavuzu olmaya başlamıştır.

Post-Truth yani hakikat sonrası çağda, yukarıda değindiğimiz konuların, soruların üzerinde yeniden düşünülüyor ve tartışılıyor.

 Çünkü bu çağda hakikatın yerini inanabilirliğin aldığına dair çok ciddi bulgular var. Neyin doğru olduğu değil, bir şeye inanılıp inanılmadığı önemli olmaya başladı.

 Neyin iyi olduğunu belirleyen şey, iyiye dair ortak bir kabul ettiğimiz referans, ölçüt değil; bir şeyin iyi olduğuna dair bir inanç oluşturup oluşturmadığımız önemli bulunuyor.

Dolayısıyla Hakikat sonrası çağda böyle bir kabul durumu, iknayı değil, inandırmayı öncelikli bir konum kazanıyor.

İnanma, akılsal gerekçelerle değil, hazır inanç kalıplarına uygunlukla sağlanır. Böylece hakiki olanın ne olduğu değil, ne olduğunu düşündürdüğünüz önem kazanır.

Gördüğümüz şey madem Kant’ın dediği gibi görebildiğim şeydir, o halde görmeyi belirleyen şeyi, kelimeleri, hatıraları biçimlendirdiğinizde, uygun algıyı yaratır ve olan biteni olduğu haliyle deği, onu nasıl tanımladıysanız öyle görülmesini sağlarsınız.

Zihnimizde belirlenmiş olan hakikat mi?

Artık hakikat, önünüzde duran şeyde değil, zihninizde belirlenmiş olandadır.

Yargılarımız ve düşünme kapasitemiz şablonlaştırılmış, kalıplaştırılmış  inançlar tarafından belirlendiğinde söz konusu olan şey üzerinde düşünülmeden ortaya çıkmış yargılardır.

Bu nedenle kelimeleri kim üretiyor ve öğretiyor, şablonları kim oluşturuyorsa  onun istediği biçimde görmeye başlarsınız. Hakikat, kelime öğretme gücüne sahip olanın ellerine geçer ve onun dediği hakikat olur.  

Hakikat sonrası çağda hakikat arayışı ne yazık ki yerini giderek ve hızlanarak inançlarla beslenen taraftarlık duygusuna bırakıyor.  

Taraftarlık, doğruluğunu araştırmaya gerek duymadığınız, kalıp yargılarınızla beslenmiş davranışlarınızı, taraf olduğunuzun düşünce ve davranışlarını değerlendirmeden, sorgulamadan onun emrine vermeniz demektir.

Bir taraftarlık durumu ortaya çıktığında artık onu ya da onları sevmeniz kendinizi onunla özdeşleştirmeniz, kendinizi, kimliğinizi onda tanımlamanız, aidiyet bağı kurmanız son derece kolaylaşacaktır.

Böylece sizin taraf olduğunuz her şey, iyi ve haklı olacak, sizin tarafınızda olmayanlar ise sizin tarafınızdan ötekileştirilecektir. Öteki olan ise dışlanmaya, nefrete, aşağılanmaya ve düşmanlığa maruz kalacaktır..

Bilindiği gibi hakikat sonrası olarak Türkçe’ye çevrilen ‘post-truth’, 2016 yılında Oxford sözlüğü tarafından yılın sözcüğü seçilmiş.

Kavramın yaygınlık kazanması, İngiltere’de Avrupa Birliği’nden ayrılıp ayrılmama kararının verileceği referandum esnasında (Brexit), daha sonra ise ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi ve sonrasında oluyor.

Kavram, “Nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu”. Olarak açıklanıyor.

Yani post-truth kavramı, bizlerin kanaatlerimizi, yargılarımızı, olgulara değil, inançlarımıza ve hislerimize bakarak, onları dikkate alarak hareket ettiğimizi, karar verdiğimizi anlatan bir kavram.

ABD Seçimlerinde Post-Truth

Son ABD seçimleri sırasında başkan adaylarının konuşmaları içindeki doğruluk payları araştırıldığında, Trump’ın konuşmalarında doğruluk payının çok düşük olmasına karşın, seçimi kazanmasının büyük bir şaşkınlık yarattığını kolayca hatırlayabiliriz.  

Bu durumu akademisyenler, siyasetle ilgilenenler, insanların hakikati aramadıkları, gözleriyle gördüklerine inanmaktan çok kendilerine anlatılan mitlere, öykülere inanmayı tercih ettikleri biçiminde açıklıyorlar.

Ayrıca, yine aynı akademik ve siyasi çevrelerde bu duruma yol açan çeşitli nedenlerin arasında popülizmin, popülist politikaların ve popülist liderlerin  de önemli bir payı bulunduğu konusunda ortak bir kanaat oluşuyor.

Özellikle temsili demokrasilerin bulunduğu bir çok ülkede, güçlü karizmatik liderlerin siyasete yön verdiğini ve ağırlıklı olarak din ve milliyetçilik duyguları üzerinden siyaset dilinin şekillendiğini ve popülizm olarak adlandırılan politika ve uygulamaların varlığına çok sık tanık oluyoruz.

Bu popülist uygulamalarda, ötekilerin yaratıldığını, ön yargıların inşa edildiğini, hayal kırıklıkları ve kızgınlıkların kışkırtıldığını görüyoruz.  

Bu noktada iki bakış açısından konuyu ele alabiliriz. İlki, siyasal pratik böyle bir yönde gelişince, “post-truth” da popülist siyasetin ihtiyaç duyduğu uygulama ve söylemleri, inançları etkileyecek şekilde üretmek için devreye sokulmuştur.

Ya da hakikat sonrası çağın, popülist politikaları hayata geçirmeye daha uygun bir zemin oluşturduğu için popülizm yükselmiştir diyebiliriz.

Diğer yandan popülizmin yaygınlık kazanmasında, neoliberal politikaların varlığı da önemli bir etken olarak değerlendiriliyor.

Neoliberalizmin Post-Truth Sınavı

 

Neoliberalizm, sadece piyasaların değil, hayatın tüm alanlarının, klasik liberalizmde devletin sorumluluğunda olan eğitim, sağlık ve güvenlik gibi konuların da ekonomik olarak  ele alınan ve 1980’lerde İngiltere’de Teacher, ABD’de Reagan ve bizde de Özal’la hayata geçirilen bir ekonomik ve siyasal sistem olarak tanımlanabilir.

Neoliberalizm ile klasik liberalizm arasındaki en önemli fark, liberalizmde insan sosyal bir varlık olarak kabul edilirken, neoliberalizmde sosyal bir varlık olma özelliğinden çok ekonomik bir varlık olarak değerlendiriliyor.

Neoliberalizmin uygulandığı çeşitli ülkelerde çok sık, küresel krizlere dönüşen ve tüm insanlığı etkileyen ekonomik ve siyasal krizlerin yaşandığını biliyoruz.

Bu krizlerin altında ezilen geniş halk kitlelerinin yaşadığı mağduriyetlerin yol açtığı öfkenin şiddeti ise rejimleri ciddi boyutta tehdit eder hale gelmiştir. Bunu büyük çaplı çeşitli protesto hareketlerinden yola çıkarak söyleyebiliriz. 

İşte popülist politikalar, bu türden toplumsal ve ekonomik sorunların ağırlığını, din ve milliyetçilik üzerinden yaratılmış sunni sorunlarla ve gündemlerle hafifletmesinde oldukça işe yarayabiliyor.

Dolayısıyla popülizmin  İktidarların iktidarlarını koruyup, sürdürmelerine, muhalefetin ise iktidara daha fazla yaklaşmalarına yardımcı olabiliyor.

Diğer yandan neoliberal politikaların henüz uygulanmadığı dönemlerde seçmenlerin oy verme davranışı büyük ölçede, çeşitli  çıkarlara dayalı vaatlerle şekillendirilmeye çalışılırdı.

Günümüzde ise bu tür vaatler tek başına yetersiz kalıyor. Seçmenlerin partilerle güçlü taraftarlık duygularıyla oluşturulmuş bağlılıklarının da sağlanması gerekiyor.

Hakikat sonrası çağda popülist politikalarla seçmenlerin partilerle duygusal bağ kurarak güçlü taraftarlar, kemikleşmiş seçmenler haline gelmeleri çok daha kolay olabiliyor.

Dolayısıyla, popülizmin, neoliberal sistemin ayakta kalmasını sağlamada oldukça etkili bir yöntem olduğu söylenebilir. Stuart Hall popülizmi, neoliberalizmin hizmetinde bulunan bir silah olarak görür.

Hakikat sonrası çağ da,  popülizmin mahir ellerde bu görevlerini yerine getirmeye uygun bir zemin hazırlayarak yardımcı olmayı sürdürüyor.

Yalan üstüne kurulan, insan haklarına duyarsız, bir hakikat sonrası bir demokrasinin savunulacak bir tarafı olmadığı açıktır.

İnsanlığın, hakikat sonrası olarak adlandırılan bu çağda giderek yaygınlaşan popülist politikaların daralttığı, kutuplaştırdığı hayattan, ortamdan çıkması gerekiyor. Bunun için hayata karşı, kendisine karşı sorumlu bir kişi olarak kendi gücünün farkına varması ve hayata, siyasete katılarak kendini ifade etmesi,  değiştirebilme gücüne inanması gerekiyor.

 

 

 

 

 

 

 

Henüz yorum yok.

Ne düşünüyorsun?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir