Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

100 Yıl Sonra İlaç Şirketleri Kalacak mı?

Yeri ve zamanı mı bilmiyorum ama Trump’ın açıklamalarının ışığında ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne desteğini çekmesinden sonra 2012 yılında #workshop dergisi tarafından düzenlenen #pharmaforum2012 de yaptığım “100 Yıl Sonra İlaç Şirketleri Kalacak Mı? başlıklı konuşmam aklıma geldi.

Konuşmamın videosunu ve Oyun Biti isinli kitabımda yer alan özetine aşağıda yer veriyorum. Video konuşmanın tamamı ise en sonda yer alıyor. Belki dünya ABD’nin bu talihsiz kararını herkes için fırsata dönüştürecek adımları atabilir!

100 Yıl Sonra İlaç Şirketleri Kalacak mı?

Salim Kadıbeşegil (Oyun Bitti 2012 Kitabından)

Pharmaforum 2012/İstanbul

Bazı alanlarda da pekiştirme kaçınılmaz olacak gibi görünüyor; Örneğin, ilaç; sadece bu sektördeki şirketlerinin temsil ettiği bir işkolunun ürünü mü olacak, yoksa ilaç şirketlerinin bir şekilde “tek çatı” altında toplandığı bir başka üretim-dağıtım organizasyonuyla mı tanışacağız? 

Bu sektörün her yıl milyarlarca doları aktardığı araştırma-geliştirme çalışmaları var; ilaç şirketlerindeki nitelikli insan kaynakları büyük katma değer üretiyor; bu sektörün 150 yılı aşkın bir geçmişi ve yüksek kapasitesi var; tüm bunlar “kârlılığa” değil de yeryüzündeki tüm insanların sağlıklarına kavuşturulması amaçlı bir organizasyona dönüştürülemez mi? Dünyadaki tüm ilaç şirketlerinin tek bir çatı altında toplandığını varsayın. Ürün geliştirmeden, klinik çalışmalara kadar bu şirketlerdeki entelektüel birikimin bu çatı altında tek bir “organizasyon” tarafından yönetildiğini düşünün. Peki, amaç, şirketlerin kârlılığı olmayınca “yerini” ne alacak?

Başta AIDS, kanser türleri ve salgın hastalıklar olmak üzere dünya nüfusunu çok ciddi sorunlar bekliyor. Tedavi edici ilaçlara ulaşma şansı olmayan milyonlarca insan yaşama veda ediyor. Ama bir karış ötede ilaç şirketlerinin depolarında da ilaçlar bekliyor. Klinik araştırmalar yapılıyor. Ama ilaçla, hastalar bir türlü buluşamıyor. Buluşmanın maliyeti ise her yıl karşılanamaz boyutlarda artıyor. Bu yüzyıl bu soruna bir şekliyle çözüm bulacak. Ama önce “şablondan” çıkması gerekecek.

 


PharmaForum2012-İstanbul 

PharmaForum 2012 Sunum Konuşması

Yüzyıl sonra ilaç şirketleri kalacak mı?

İlaç şirketleri için “felaket tellallığı” yapmak istemiyorum. Ama görünen o ki, bir ay kadar önce yayımlanan kitabım “Oyun Bitti” de vurgulamaya çalıştığım ve geçmiş 150 yıllık olumsuzlukların sonucunda geldiğimiz noktada üretilecek çözümlerden ilaç sektörü de nasibini alacak.

Önce bugün itibariyle dünyadaki sağlık durumun ne olduğunu anlamaya çalışalım.

Sanırım bu fotoğraftan daha güzel bir şey durumu ifade edemez. (At arabası-ambulans)

Bir tarafta sağlık için geliştirilmiş en yeni teknolojiler ve bunların üretimi ile tedavilerin isabetliliği var ama diğer yanda milyarlarca insanın bırakın bu tedavi ortamlarına ulaşmalarını, akşama sağ çıkıp çıkmayacaklarını bilmedikleri bir ortam.

Çünkü içinde bulunduğumuz dünyada hepimiz çok ağır bir bedel ödemek durumunda kaldık. Arkamızdan gelen kaç jenerasyon daha bu bedeli ödemeye devam edecek bilmiyoruz.  Ancak, zengin ve fakir arasında kapatılması olası görünmeyen uçurum; bunun neden olduğu yoksullaşma, açlık, toplumsal yaşamın buralardan kaynaklanan nedenlerden dolayı bozulan ve savaşlara dönüşen dinamikleri; fakir ülkelerden zengin ülkelere önü alınamayan göçler; diğer yandan sera gazlarının etkisiyle oluşan küresel ısınmanın sınırları aşmış olması ve bunun sonucundaki iklim değişiklikleri, doğal afetler; bunların neden olduğu toprak erozyonu ve ekilebilir alanların her gün azalıyor olması; su kaynaklarının giderek tükenmesi hiç de iç açıcı bir tablo değil.

Ve bu tablo son 150 yıl içinde oluştu.

Ne oldu da bu son 150 yıl içinde yaşam alt üst oldu?

Kitabımda geniş bir şekilde yer verdim ama burada sadece ana fikrini söyleyeyim;

Yaklaşık 150 yıl kadar önce Amerikan Doları diye bir para birimini uluslararası ticaretin geçerli akçesi yaptık. Bu da doğal sonucu olarak ülkelerin gelişmişlik göstergelerinin birimi oldu. Daha da kötüsü, Amerikan Dolarına endeksli tüm para birimleri “değer” oldu.  İnsanca yaşamanın temel unsurları olan dürüstlük, şeffaflık, adillik, açıklık bir anda hırsa, açgözlülüğe, arsızlığa, sahtekarlığa, dolandırıcılığa, bilanço oyunlarına ve adı hisse değeri olan ama aslında günümüzde bile hiçbir değer ifade etmeyen sanal kavramlara yenik düştü.

Dahası, işini düzgün yapan, adil olan ve insani değerleri ile işini yaparak ayakta durmaya çalışanları da sistem yuttu. Önce Asil Nadir’in Poly Peck şirketi ile gözler aralandı ama pek de umursanmadı. 2001 Enron krizi ile kapıda ayak sesleri duyuldu ama üzeri bir şekilde örtüldü. Ta ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin GSMH’dan büyük gelirlere sahip finans kuruluşlarının 2008’de  tarihin tozlu raflarına kaldırılmasına kadar. O kadar ki, bir zamanların “itibar şampiyonu” ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan bile 2008 finansal krizinden sonra “Ben 40 yıldır işlerin düzgün gittiği kanaatindeydim ama yanılmışım” dedi.

ABD’nin hali ortada. Süper güç birkaç ayda bir memur maaşlarını ödeyemez duruma geliyor. Açık trilyonlarca dolar. Dahası, bastıkları doların da karşılığı yok! Avrupa’nın kaç on yıl içinde kendini toparlayabileceği bir toto konusu.  Gelişmiş ülkelerin finans sistemleri çöktüğü için şimdilik ara pansumanlarla geçiştiriliyor. Top orta sahada dolaştırılıyor yani.

Bu arada çok önemli gelişme oldu ve toplumun her kesiminden insanın burnuna kadar dayanmış olmalı ki Wall Street işgal edildi. Biz % 99’uz dediler ellerindeki pankartlarla. % 1’in para karşısındaki hırsının ve açgözlülüğünün sonucunda evlerinden, barklarından, işlerinden olduklarını haykırıyorlar üstüne üstlük her şey düzelse bile doğanın dengeleri bozulduğu için hiçbir zaman eski yaşam kalitelerine ulaşamayacaklarının bilincindeler. Binden fazla şehirde benzer eylemlerin yapılması, Wall Street’i işgal edenlerin dünya çapında yalnız olmadıklarının da önemli bir göstergesi.

Sanıyorum, 150-200 yıl sonra yazılacak olan tarihte bu eylemin önemli bir kilometre taşı olduğu kaydedilecek.

Bütün bunların benim konuşma konumla ne ilgisi var?

Şöyle bir ilgisi var:

Dünyada zengin ve fakir ülkeler arasında fakirler aleyhine oluşan uçurum bu ülkelerde başta ekonomi, iş, üretim, eğitim, sağlık olmak üzere tüm alt yapıyı doğrudan etkiledi. Bir yandan dünya genelinde yaşlanan nüfusun sağlık ihtiyacı, diğer yandan az gelişmiş ve yoksul ülkelerde baş gösteren salgın hastalıklar, açlık, ve hijyenden uzak yaşam koşulları yüz milyonlarca insanın acil, yoğun sağlık ihtiyacını oluşturdu. Evet bu insanların acil ve yoğun sağlık ihtiyacı var ancak bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek ekonomik desteklerden ve gelirden yoksunlar. Aynen günümüze kadar geldiği gibi ölüme terk edilmişlik gerçeği ile burun burunayız.

Örneğin 2009 yılı verilerine göre 1,1 milyar insan temiz, içilebilir nitelikte sudan yoksun yaşıyor.

2,6 milyar insan yaşamın temel koşulu olan temel hijyenden yoksun.

Her yıl 2 milyona yakın insan ishalden hayatını kaybediyor.

Yine, temiz suyun olmamasından kaynaklanan nedenlerden ötürü her gün 4 bin çocuğu kaybediyoruz.

Dünya Sağlık Örgütünün tespitlerine göre dünyadaki hastalıkların % 88’ini  hijyen ve güvenilir olmayan sulardın kullanılmasından kaynaklandığı tespit ediliyor.

2025 yılında dünya nüfusunun 2/3 ünün temiz sudan yoksun kalacağına dair öngörüler var.

Yani, insan yaşamını tehdit eden ve sağlıklı yaşamı avucumuzdan alan diğer konuları bir kenara bıraksak bile sadece içilebilir nitelikteki suyun bu yüzyılın en önemli konusu olacağı çok açık!

Bütün bunlar, diğer iş kolları gibi sağlık sektörünü de yakından ilgilendiriyor.

Çünkü bir yanda  adını kuş, domuz, keçi vb. hayvanlardan alan; salgın hastalıkların çok daha geniş kitleleri ölümcül derecede  etkileyecek olması diğer yanda ise bu hastalıklarla mücadele için gerekli olan finansman kaynaklarının yeterliliği en önemli sorunların arasında üst sıralarda yer alacak. Bir de başta kanser, AIDS gibi önü alınamayan ve yaygınlaşan ve tedavileri yüklü finansman gerektiren durumlar var!

Yani, sağlık endüstrisinin önümüzdeki dönemdeki durumu, otomotiv, gazlı içecek veya tekstil sektörleri gibi değil.

Regülasyonlar ister istemez toplumsal yaşamın dinamiklerini koruyacak içerikte devrede olacak. Bir yandan sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kalitesinin artırılması ve ulaşılabilirliğinin güvence altına alınması sağlanırken diğer yandan da bunun en az finansman gideri ile yapılması konusundaki regülatif tedbirler sürekli gündemde olacak.

Ama bu bir çözüm değil!

Sağlık endüstrisinin bütününe baktığımızda şöyle bir tablo var.

Toplam ticaret hacminin -o hiç sevemediğimiz Amerikan Doları cinsinden ifadesiyle- 50 Trilyon Dolar olduğu günümüz dünyasında sağlık bunun 5,5 Trilyon Dolarını oluşturuyor.

Bunun kırılımına bakacak olursak, ilaç endüstrisi bir trilyon dolara yaklaşmış durumda.

Tıbbi cihazlar 370 milyar dolarlar civarında.

Bir Trilyon Dolarlık ilaç endüstrisinin temel fonksiyonları arasında şüphesiz araştırma ve geliştirme sektörün ana dinamiği. Ancak, yeni molekül bulunmasıyla ilgili açmaz, önümüzdeki yıllarda patent sürelerinin biteceği ilaçlarda bir jenerik patlaması yapacak kuşkusuz.

Üretim ve pazarlamanın zincirin diğer halkalarını oluşturmasıyla sağlıkla ilgili endüstri kendi sürecini tamamlıyor.

Günümüzde endüstrinin toplam gelirleri içindeki 300 milyar dolar seviyelerindeki karlılığı ise, az gelişmiş ülkelerde tüm sağlık ve eğitim sorunlarının giderilmesi için öngörülen 100 milyar dolarlık kaynak gereksiniminin üzerinde olması kamuoyunun ilaç şirketlerinin kârlılığına gözlerini dikmesine neden oluyor.

Ama mesela bu değil.

Mesele, toplumsal dinamiklerin bu yüzyılda şirketler değil “insan” lehine dönüşmesi karşısında ihtiyaçların karşılanmasında oluşturulacak uluslararası organizasyonların nasıl yapılandırılacağı.

1950’li yıllardaki sıcak savaş sonrasında dengelerin kurulması amacıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kurumların raf ömürlerinin dolduğunu ve bu kurumların işlevsiz kaldığını biliyoruz. Ama o yıllarda, doğru veya yanlış ülkeler arasındaki ortak gündemin oluşması ve bu gündemin yönetilmesi ile ilgili işlevlerini yerine getirdiler.

Sanırım, bu yüzyılda sağlık için de böyle bir düzenek ister istemez ortaya çıkacak.

Bir yanda acil ve yoğun sağlık ihtiyacı içinde olan milyarlarca insan ve sayıları her gün artıyor…

Diğer yanda;

Araştırma geliştirme konusunda çok yetkin ama yüzlerce şirkete dağılmış ve birbiri ile aynı ilacı üretmek için rekabet eden nitelikli insanlar ve aynı sonuçları elde etmek için bu çalışmalara milyarlarca dolar ayıran onlarca ilaç şirketi var…

Bir yanda ilaca ulaşılabilirlikleri sınırlı ve  tedavilerin gecikmesi halinde ölümle burun buruna yaşayan milyarlarca insan

Diğer yanda;

Gelişmiş ülkelerdeki pazarlama faaliyetleri kapsamında reklam harcamaları Coca Cola, McDonalds, Toyota gibi markaları sollamış ilaç endüstrisinin birbirleriyle rekabetinin neden olduğu tedavi niyetinden uzak pazarlama giderleri…

Bir yanda, her gün önlenebilir hastalıklardan daha beş yaşına bile gelmeden ölen binlerce bebek ve çocuk

Diğer yanda;

Halka açık oldukları için üç ayda bir bu çocuklardan habersiz hisse değerindeki rakama odaklanmış yatırımcıları tatmine yoğunlaşmış ilaç endüstrisi var.

Sonuçta, yüz yıl sonra ilaç şirketlerinin doğa yasaları gereği kalmayacağını düşünüyorum.

Uluslararası bir kurumun, tüm araştırma ve geliştirme çalışmalarını konsolide edeceğini, üretimi dünyanın her tarafında ulaşılabilir nitelikte yaygınlaştıracağını, ilacın tedavinin verildiği yerde hastaya doğrudan ehil eller tarafından takibi yapılarak organize edileceğini öngörüyorum.

Doğal olarak, sağlık giderlerindeki en önemli finans kaynağının da koruyucu hizmetlerin yine böyle bir organizasyon tarafından yaygınlaştırılarak hastalıklarla ön mücadele ile olacağı kanaatindeyim.

Henüz yorum yok.

Ne düşünüyorsun?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir