Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Angry Birds Dijital Diktatörlüğün Kapısını mı Açtı?

Dünyanın süper gücü…

Bu süper gücün, egosu, hırsı ve kibirinden beslenen karakteriyle dünyayı şaşkına çeviren başkanının twitter hesabının “askıya alınabileceği” belki ancak film senaryosu olabilirdi. Ama oldu.

Basın ve ifade özgürlüğünün doğum yerinde tüm gücü ve yetkiyi elinde tutan başkanın sesi “kısılmadı”, “kesildi”!

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” demesine bile zaman tanımadan diğer sosyal medya platformları da Başkanın sesini “budadılar”.

Twitter hemen arkasından “buralar benden sorulur” havasında Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD Büyükelçisinin de hesabını askıya aldı. Gerekçe aynı;” burada bizim kurallarımız geçerli” Yani bir anlamda Çin’de fikir özgürlüğünün boyutları ne ise Twtter’da da öyle anlamında bir mesaj gibi yorumlandı.

Birkaç gün sonra Google Avustralya hükümetini tehdit etmez mi! İçeriklerde kullandıkları haberlere telif ödenmesi ile ilgili bir düzenlemeye karşı çıkan Google ülkedeki sunucu hizmetlerini sonlandırmakla tehdit etti.

‘N’oluyoruz?

Tarihte yeni bir sayfa açıldı.

Tarihçi Yuval Noah Harari’nin dijital diktatörlükleri “sahnedeki” yerlerini almaya başladılar. Daha doğrusu görünür oldular!

Dijital ortamları kanun, yönetmelik ve resmi düzenlemelerle kontrol altına almak isteyenlerle, bu teknolojiyi geliştirenlerin “burada her istediğini yapamazsın, bizim kurallarımız geçerli” diyenlerin güç gösterisine dönüştü iş.

Aynen Angry Birds’de yumurtalarına musallat olan “kötü adamlara” karşı sahnelenen oyun gibi.

Teknolojinin İçindeki Derin Devlet Gücünü Keşfetmenin Dayanılmaz Cazibesi

2014 yılının Mart ayında RepMan İtibar Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği geleneksel forumlardan bir diğeri için İngiltere’den bir konuk davet etmiştik. Toby Webb. Kendisi Ethical Corporation Dergisi’nin başındaydı o zamanlar. Forum sabahı konuşması için salona girerken Türkiye’de “Twitter’in kapatıldığı” haberi düştü cep telefonlarımıza! İtibar ve etik konuşacağımız foruma davet ettiğimiz konuk tabii ki önce bu haberin “şaka” olduğunu düşünüyordu. İlerleyen saatlerde durumun ciddi olduğunu anladığında ne diyeceğini bilemedi. Twitter’ın ilgili kamu kurumlarının talimatıyla kapatıldığı bir ülkede “etik ve itibarı” anlatmaya çalışmıştı!

Daha sonraki zamanlarda youtube’un kapatıldığına tanık olduk. Dönemin Başbakanı yasaklamış oldukları youtube’a başka bir yolla nasıl erişim sağlanabileceğine basın açıklamalarında yer veriyor vatandaşlara yol gösteriyordu. Arkasından iki yıl süre ile wkipedia’ya erişim yasaklandı ülkemizde ama yine “herkes rahatça girebiliyordu”!

Wikileaks kaç yıl kapalı kaldı Türkiye’de hatırlamıyorum. Ama teknik olarak erişilebiliyordu. Yani kanunen erişimi yasaklanan bir uygulamaya -diğerlerinde olduğu gibi- teknik olarak erişilebiliyordu. O zaman kanunlardan aldığı gücün teknoloji karşısında pek de “yaptırım” kabiliyeti olmadığı gerçeği ortaya çıkıyordu. “Olsun”. Yönetimin “hoşnutsuzluğunu” yansıtması açısından bir “mesaj” niyetine kullanılıyordu bu yasaklar. Türkiye’yi basın ve ifade özgürlüğü sıralamalarında epey gerilere götüren kararlardan biri olarak tarihe geçti.

En yakın örnek, Kasım 2020’de görevinden instagram mesajı ile istifa ettiğini duyuran Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın diğer sosyal medya hesaplarına erişiminin engellendiği dikkate alınacak olursa dijital teknoloji ortamlarının kimin kontrolünde olduğunu daha çok tartışacağız diyebiliriz.

İnternet ile birlikte dünyanın farklı coğrafyalarında da yönetenlerin eli, kulağı, gözü sosyal medya platformlarında ne olup bittiği ile öncelikli bir iş haline geldi. Özellikle Çin bir “rol model” oldu!

Biraz geriye gidelim…

16 Ocak 1984’de Apple Macintosh’un lansmanı ile bilgi toplumunun kapıları açılmış ve turnikelerden birer birer masamızdaki kişisel bilgisayarlar ile geçip “ağ toplumunun” temellerini atmıştık. Artık hiçbir şey gizli kalmayacaktı. Dünyanın herhangi bir yerindeki bilgiye zahmetsizce ulaşabilecektik. O bilgiyi işleyebilecek, yeni bilgi haline dönüştürecek ve ağ toplumunun faydasına sunabilecektik.

Peki 20 yıl gibi kısa bir süre sonra iş nereye geldi?

2012 yılında yayımlanan “Oyun Bitti” Markalar ve Şirketler Gelecek Dönemi Nasıl Yönetecekler? Başlıklı kitabımdan bir alıntı yaparak nereye geldiğimizi anlatayım:

“11 Eylül saldırıları ile birlikte başta ABD olmak üzere devletlerin çıkarttıkları özel yasalar ile bu teknolojik takipler “yasallık” da kazandı! Devletler diyor ki, ben güvenliğim için herkesi, her ortamda (tuvaletler dâhil!) dinlerim… İzlerim… Raporlarım… Yasalar bana bu imkânı veriyor.

 Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumunda “Kara Dul” adını verdikleri bilgisayara da değinmek gerekiyor galiba. Bu notları derlediğim kaynağın ağzından aktarmam gerekirse;

‘Kara Dul, her gün, yapılan yurt içi ve yurt dışı milyonlarca telefon görüşmesini, tüm elektronik haberleşmeleri ve hatta belki de bu satırları okuduğunuzu bile izlemekte… Saniyeler içinde katrilyonlarca hesaplama yapıp, kendisine verilmiş anahtar sözcükleri ve şablonları tarayabilmekte ve tüm bunları birden fazla dilde yapabilmekte…’

O günler için devrim niteliğindeki bu masum, iyi niyetli ve ticari gelişmeler günümüzde “tam bir kâbusa” dönüşmüş durumda. Resmi ya da gayri resmi hepiniz dinlenir, takip edilir olduk! Söz konusu teknoloji, yaşamın tüm alanlarında “Big Brother” ı yarattı. Özel hayat, özel konuşma diye bir şey kalmadı. Her an her dakika takip ediliyoruz. İzleniyoruz.”

Devletleri yönetenlerin derdi “terör” veya “ülke savunması” gerekçeleriyle “makbul vatandaş” toplumuna “ayar” vermek! Bunu teknolojinin nimetlerinden yararlanarak kestirme yoldan yapmanın cazibesi bu teknolojiyi geliştirenlerin hayallerinin bile ötesine geçiyor. Sosyal Medya Açmazı filminde Facebook’ta “beğen” düğmesini geliştiren uzmanın günü geldiğine bu düğmeye yapılan tıklamalarla farklı ülkelerde seçimlerin gidişatına bile nasıl yön verildiği, her birimizin bizim bile bilmediğimiz duygu ve düşüncelerimizin “aslında” neler olduğuna tanık olduğundaki şaşkınlığı gelecekte neler olabileceğinin habercisi.

Duvarda Bir Şalter Var!

Sözün kısası; duvarda bir şalter var; ya kanunu temsil edenler ya da iletişim teknolojisini geliştirmiş olanların eli bu şaltere rahatlıkla uzanabiliyor. Hangi gerekçe ile olursa olsun artık bu şalterin “birisi” tarafından indirilmesi “an” meselesi, Trump örneğinde olduğu gibi. Ki ABD Başkanının hesabının askıya alınmasından birkaç gün sonra Kongre Temsilcisi Marjorie Taylor Greene’in de hesabı askıya alındı! Ve tabii ki başka siyasetçiler de -benzer gerekçelerle- kuyrukta!

Tartışmaların odak noktasında ise “basın ve ifade özgürlüğü” meselesi var. Tartışmanın hemen yanı başında duran diğer başlık ise bu özgürlüğün ne anlama geldiğinden çok “kime göre ne olduğu ve kapsama alanının nereye kadar kabul edilebileceği” ile ilgili! Bu tartışmalar son verecek yöntem ise “gücün” kimde olduğu sorusunun cevabında gizli… Tam bir “güç kirlenmesi” çağının (Power pollution) karakteristik özelliklerini yaşadığımız dönemden geçiyoruz.

Her ne kadar ABD Anayasasının basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili maddeleri varsa da ilgili sosyal medya platformlarının da kendi “anayasaları” var ve kullanıcılar hesap açarken bunlara uymayı kabul ediyorlar. ABD Anayasası belki sadece o ülkede geçerli ama bu sosyal medya platformlarının kuralları var oldukları tüm ülkelerde geçerli. Yani kapsayıcılık olarak bakıldığında daha geniş bir nüfus ve kültürü temsil ediyorlar.

Facebook’u dünyada yaklaşık 3 milyar kayıtlı üyesi var. İnstagramın bir milyar, whatsapp’ın 2 milyar… Bunların hepsine de Mark Zugenberg’in sahip olduğunu dip not olarak bir kenara not edelim. Tartışmaların gündeme gelmesine neden olan Twitter’in de 300 milyondan fazla kayıtlı kullanıcısı var.

Kirli Çamaşırların Deterjanı

Peki bunlar olup biterken Edward Snowden ile Michael Assange’i nereye oturtacağız? ABD Güvenlik Ajansının Avrupa Devlet Başkanlarının bile telefonlarını dinlediklerini ortaya çıkaran resmi belgeleri kamu oyu ile paylaşan Edward Snowden bir “hain” mi yoksa “kahraman” mı? Veya vergi ödememek için paralarını vergi cenneti adalarına kaçıran “sözde zengin” ama aslen demir parmaklıklar arkasında olması gerekenlerin belgelerini yayımlayan Michael Assange bir “hain” mi yoksa “kahraman” mı?

Madalyonun diğer tarafında “gücü elinde tuttuklarını zannedenlerin” kirli çamaşırlarını ortaya çıkaran sivil toplum deterjanı gücün kimin elinde olduğunun bir başka göstergesi olmuyor mu?

Teknolojinin Yarattığı “Üç Kutuplu Dünya”

2000’lerle birlikte bilmeden yeni bir dünya yarattı enformasyon teknolojileri. 1950’lerin soğuk savaş yıllarından farkı nükleer silahların yerini internet teknolojilerinin almış olması. Nükleeri bile çaresiz bırakacak bir gücün sahibi olmayı kim istemez? İşin komik tarafı bu gücü elinde bulundurmak isteyen tarafların ortak paydası -nasıl bir şeyse- sırtlarını demokrasiye dayıyor ve “ne yapıyorlarsa” demokrasiyi korumak adına yapıyor olmaları.

Kutuplardan bir tanesinde gücü elinde tutmak isteyen ve buna uyumlu olacak kanun ve düzenlemelerle ortama “çeki-düzen” verme gayreti içinde olan devlet kurumları ve siyasetçiler var. Diğer kutupta, geliştirmiş oldukları teknoloji ortamlarına kullanım alışkanlığı kazandırdıkları uluslararası toplumdan aldıkları sayısal güçle kendi ticari çıkarlarını korumak ve devlet kurumlarına en az onlar kadar güçlü olduklarını kanıtlamaktan çekinmeyecek sosyal medya platformlarının sahipleri var (Bunları bir zamanların büyük medya imparatorlukları gibi de görebilirsiniz) Diğer kutupta ise bu teknolojilerin nimetlerinden yararlanarak toplumun çıkarlarını korumak için  bu güçlere “kafa tutan”  Edward Snowden gibi bireyler ya da Wikileaks gibi sanal topluluklar veya sivil toplum kuruluşları var ki bunların kamuoyu oluşturma yetenekleri bir zaman sonra “resmi tarihe” dönüşüyor.

Gölgelerin Gücü adına “Güç” Kimde?

pngegg.com/

1980’lerin çizgi film karakteri He-Man, düşmanlarına karşı savaşırken kılıcını çıkardığı sırada “gölgelerin gücü adına güç bende artık” der ve saldırıya geçerdi. “Gölgelerin gücü adına güç bende artık” cümlesinin orijinali “By the power of Grayskull, I have the power” idi.

Basın ve ifade özgürlüğünün yakın bir gelecekte La Fontain masalları benzeri öykülerde bile yer almasına izin verilmeyecek bir nostaljik niyet olabileceği endişesi emekliliği gelmiş memurlar kıvamındaki demokrasi koridorlarında dolaşıyor.

 

Henüz yorum yok.

Ne düşünüyorsun?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir