Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Özgürlüklerimiz Rehinci Dükkanında

TEİD, Etik ve İtibar Derneği’nin dönemsel yayını IN yaz 2020 sayısında “Özgürlüklerimiz Rehinci Dükkanında ” başlıklı aşağıdaki yazıyı yazdım. Yazının orjinalini .Salim K. yazı  pdf formatından okuyabilirsiniz.

KoronaVirüs ile zaten yarım yamalak yaşadığımız özgürlüklerimizi topta rehinci dükkanına bıraktık. Bırakın başka ülkelere gidebilmeyi kendi ülkemize bile şehirlerarası seyahat edemedik. Evden çıkabilmemiz koşullara bağlandı. Bir parka gidip güneşle sohbet edebilmeyi bile hayallerimize yazdık. Özgürlüklerimizin özgürlüklerimizi özlediği bir dönem olarak tarihe geçti KoronaVirüs.

Bu kadarıyla kalsa iyi.

Geçici dayatılan uygulamaların kalıcı tortular bırakacağı olasılığı ve toplumsal yaşamın içinde yeşermesi ve boy vermesi kaçınılmaz görünüyor.

11 Eylül saldırılarından sonra başta ABD olmak üzere hemen her ülkede uygulamaya konulan “vatanseverlik yasası” vari uygulamaların ışığında teknolojinin tüm nimetleri devlet kurumlarının vatandaşlarını “teröre” karşı korumak adı altında gözetim ve denetim alt yapısı kurmalarını sağladı. KoronaVirüs yemek sonundaki tatlı servisi gibi artık bu işlerin “kendi kişisel tercihlerimizin” çıktısı olarak yaşama geçtiğini tarih kayıtlarına düştü. Yani devlet kurumlarının bizi izlemelerine bizzat izin veriyor, onaylıyor ve “sağlığımız için tercih ediyoruz”.

Korona ile insanlık bir sınavdan geçiyor. Sonuçlarını sorumluluklarımızdan ne kadar sorumlu olduğumuz belirleyecek.

Ama şurası bir gerçek ki;

Artık özel yaşamın gizliliği olmayacak…

Özgürlük sözlük tanımlarında açılımı olan milyonlarca ifadeden bir tanesi olarak karşımıza çıkacak…

Demokrasi, insan hakları ve bu bağlamda eteklerine tutuştuğumuz değerlerin hiçbirinden eser kalmayacak…

Daha otokratik yönetimlerin kendi varlıklarını idame ettirebilmelerinin önünü açan yasalarla yönetildiğimiz ve adına “toplumsal uzlaşma” dediğimiz bir sosyal yapılanma tarih sahnesinde yerini alacak…

Adalet ve hukukun kökleri Roma hukukuna dayalı omurgasının yerinde yeller esecek…

İnsanlık tarihinde bir başka sınav

Karanlık bir tablo değil mi?

Aslında değil! İnsanlık, tarihin başka dönemlerinde olduğu gibi bir sınavdan geçiyor. Bu sınavı da atlatacak. Bazı kalıcı hasarları olacak tabii ama bu sınavı vermek zorunda! Ama bu sınavdan hükümetlerin, devlet başkanlarının iradesi ile değil sivil toplumun küresel işbirliğine dayalı “yaptırımcı” gücü ile geçecek.

Bugün, “küçümsenmeye çalışılan” sivil toplum sayesinde insan hakları ihlallerinden, adaletsizliklerden, rüşvet ve yolsuzluk çarklarından, vergi cennetlerine kaçırılan paralardan, yoksulluk ve açlık sınırında yaşayanlardan, mültecilerden, küresel ısınma ve iklim değişikliğinden haberdar olduk. Kadına şiddet ve taciz, engellilerin sorunları, çocuk haklarının ihlali, hayvan neslinin tükeniyor olması hep sivil toplumun bilgi üreten ve bu bilgiyi işleyen sistematiği içinde hayatımızın içine girdi. Kanunlar ve düzenlemelerin yeniden ele alınmasında sivil toplumun kamuoyu oluşturma gücü etkin oldu.

Teknoloji, Bilgi Toplumunun Yeşermesi ve Özgürlüklerimiz

durhamprobonosociety

1984’de 16 Ocak’ta Macintosh lansmanı ile hepimiz sevindirik olmuştuk. Bilgi toplumuna geçiş sürecinin simgesiydi. Artık herkesin masasında bir bilgisayar olacak ve bu aletin yetenekleriyle dünyanın herhangi bir yerindeki bir bilgiye zahmetsizce ulaşabileceğiz dahası biz de bu bilgiyi işleyebilecek ve başkalarının yararlanmasına sunabilecektik.

Hızla dönüştük. İnternetin sihirli dünyası kabuğunu kırdı ve bizi tüm özlemlerimizle buluşturdu. Hiçbir şey gizli saklı kalamazdı. Halının altındakiler gün yüzüne çıkmaya başladı. Hatta kimileri hesap bile verdi. Teknoloji dur durak bilmiyordu. Yaşamı her anlamda dönüştüren, alışkanlıklarımızı ters yüz eden, başka kültürlerin içinde kendi kültürümüzü korumaya çalışan bireyler haline dönüştük.

Ama teknolojinin imkanları ile halının altına yıllardır süpürülen olumsuzlukları tek tek gün gün ışığına çıkarırken özgürlüklerimizi gıdım gıdım teslim ettiğimizin farkında değildik. Hayallerimizi ilmik ilmik güzel bir dünya için ördüğümüz teknolojiyi bizden daha çok sevenler (devlet kurumları gibi) olduğu gerçeği ile buluşmaya başladık.

Kimdik.. Ne yerdik, ne içerdik? Nerede çalışırdık? Ne severdik ne sevmezdik? Kime, neden oy verirdik, hangi takımı tutardık?

Bize ait her şeyi pazar malı gibi bizzat kendimiz tezgâha çıkardık. Bu paylaşımlarımızın bizi bizden alıp götüreceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu! Veya vardı ve görmek istemedik.

Ama teknoloji hep bir adım ötede, daha önceleri on yıllar süren değişim ve dönüşümü saatlere indirdi. Bizim işimiz “kullanıcı” sıfatıyla kuyrukta bekleşmekti.  Bu bekleşme asında kimliğimizin deşifre edilmesinden başka bir şey değildi.

Devlet Kurumları Bu İşi Daha Çok Sevdiler

Dr Mark Vanderpump

Devlet kurumları bu işte bizim de rolümüz var dediler. Bir rakip ve düşman yaratmak üzerine kurulu devletlerin iş modelleri insanlık tarihi boyunca teknolojinin itici gücü ve esin kaynağı olmuştur.

Ok ve yayla başlayan, kılıç kalkanla devam eden ve günümüzde nükleer silahlanma yarışına dönüşen silahlanmanın özünde de aynen bu duygu vardır.

Bu da onlara göre bir sorumluluk anlayışı; “seni düşmanlarımıza karşı korumak için bu silahları geliştiriyorum”. Hatta 6 Ağustos 1945’de olduğu gibi Hiroşima’ya bir hafta sonra da Nagazaki’ye atom bombasını bu sorumluluğumun göstergesi olarak attım.

Öte yandan, seni düşmanlarımıza karşı korumak için telefonlarını dinliyorum, elektronik posta yazışmalarını izliyorum, internet ortamında nerelerde geziniyorsun, sosyal medyada neler paylaşıyorsun hep seni korumak ve kollamak adına sorumluluklarımın bilincinde gece gündüz çalışıyorum. Hatta, birileri tarafından bu yaptıklarımın karşısında parazit sesler çıkmasın diye sorumluluklarımı yerine getirmek için internet hizmetleri veren şirketlere teknik alt yapı sağlayan şirketlerin sunucularına fiber kablolar bağlayıp olabildiğince patırtı gürültü çıkarmadan bu işleri yapıyorum.

 Zaten korona sonrasında epey bir süredir Çin’de olduğu gibi hastalık belirtilerinin takibi ile ilgili olarak geliştirilen mobil uygulama programları kanalıyla cep telefonundan sadece hareketlerini değil duygularını da izleyebileceğim. Yanlış anlaşılma olmasın. Devlet olarak vatandaşlarımızın güvenliğini ve sağlığını korumak bilinci ve sorumluluğu içinde bu görevlerimi harfiyen yerine getiriyorum. Ne düşündüğünü bilmem Devlet olarak benim görevim ve sorumluluğum!

Özgürlüklerimiz karşılığında “güvenliğimiz” şeklinde dayatılan bir “yeni normal” benimsendi.

Sivil Toplum Teknoloji ile Arka Kapıdan Giriyor

https://civic-forum.eu/

Sivil toplumun da eli boş durmuyordu; Edward Snowden, Julian Assange ve diğerleri de devlet kurumlarının üzerlerine örttükleri battaniyelerin altında ne haltlar yediklerini ortaya çıkardığında onların birer “kahraman mı” yoksa “hain mi” olduklarına dair tartışmalar nasıl bir dünyanın içinde olduğumuzu gözler önüne seriyordu. Sadece 28 kişinin mal varlığının dünya nüfusunun yarısının toplam gelirine eşit olduğu gelir dağılımındaki adaletsizlik sivil toplumun kuyruğunu dik tutmak zorunda olduğu gerçeği ile bizi buluşturuyor. En azından ortalığa saçılan Panama Belgeleri ile özgürlüklerimiz karşısında kime ne bedel ödediğimizi gördük. Uluslararası Af Örgütü, Oxfam, Uluslararası Şeffaflık Derneği, Greenpeace, WWF ve daha sayabileceğimiz paha biçilemeyecek değerde onlarca sivil toplum markası kamuoyu oluşturma yetkinliklerini teknoloji ile katladılar.

Devlet kurumlarının “bizim güvenliğimiz” adına bize ait bilgileri nasıl topladığı, yönettiği ve onların hoşuna giden sesleri çıkartmadığımızda burnumuza dayatıldığı kıskacı şimdi KoronaVirüs sonrasında gündeme gelecek uygulamalar dikkate alındığında rehinci dükkanında emanete bıraktığımız özgürlüklerimiz ile yakından ilintili. Sivil toplumun bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı rehinci dükkanı ile akrabalık ilişkileri olan devlet kurumlarının yakından takip ediyor olması tabii kimseyi şaşırtmıyor.

Özetle Korona ile Dünyamızın Pusulası Şaştı!

Kimsenin beklemediği bu KoronaVirüs kaosu ve içindeki irili ufaklı krizler ekonominin bildik bütün sistemlerini alt üst etti. Çarklar durdu. Pusula şaştı. Önünü göremeyen işletmeler kepenk indirdi. Kepenk indirmeyenler tesadüfen ayaktalar. Dünyada hiçbir ekonomi kendi içinde tutarlı, önünü görebileceği bir politika üretemedi. Böyle bir şey zaten ne üniversitelerde okutuldu, ne kitaplarda var, ne de insanlık tarihinde yaşandı. Evet benzer başka salgın hastalıklar ve krizler yaşandı ancak o dönemin alt yapısı ve koşulları birkaç on yıl sürse de hayatın normale dönmesini sağladı. KoronaVirüs döneminde zenginlikler zenginlikleri yaşayamadılar. Tüm insanlığı bir getto duvarları içine hapseden salgın ilk kez zenginlerin de özgürlüklerini elinden aldı. Mültecilerin yaşamını deneyimlemek durumunda kalan herkesin kafasındaki soru “normal hayatımıza ne zaman dönebileceğiz?”

Eğer, bu süreçte sivil toplum küresel ısınma, iklim değişikliği, insan hakları gibi alanlarda etkili bir performans ile dünya sahnesine çıkarsa belki “yeni normal” değil ama ”olması gereken normale” geçiş şansımız olabilir. Yani, yaşamın tüm göstergeleri odağında insan ve toplum olan bir döngüyle çalışmaya başlarsa gelir dağılımındaki adaletsizliğin, tüketim toplumunun yıkımının, çevre sorunlarımızın üstesinden gelebilme yetkinliğine kavuşabiliriz.

Örneğin Bangladeş gibi ülkelerde fason üretim yapan hızlı moda markaları ardı ardına iflaslarını ilan ederken bu ülkelerdeki atölyelerde çalışanların durumu ne olacak? En azından günde 16-18 saat çalışarak açlık sınırında da olsa yaşamlarını idame ettiriyorlardı. Ama şunu hiç düşünmüyoruz; adı “gelişmiş” olan ülkeler sorumluluklarından sorumlu olsalardı adı “gelişmemiş” olan ülkelerde yaşayanlar bugünkü gibi; eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksun salgın hastalıklar, ilaç, gıda, meslek, sanayileşme gibi çağdaş yaşam adını verdiğimiz yaşam koşullarından bu kadar uzakta olacaklar mıydı? Yani “yoksulluk ve açlık” onlar için yine bir kader mi olacaktı?

Bangladeşli bankacı Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed Yunus’un Mikro Kredi sistemi genel anlamda finans dünyasında kabul gören bir sistem olsaydı o fason atölyelerinde boğaz tokluğuna insanlar çalışmak durumunda kalacaklar mıydı? Ne yapıyor Muhammed Yunus; bir bisiklet tamircisinin, evinde masa örtüleri yapan, perde diken, ayakkabı tamir edenlerin ihtiyaç duyabilecekleri 200-300 dolarlık krediler üretiyor. Bu insanlar bırakın bankalara gidip kredi istemeyi, bankaların kapısından bile içeri girmeye çekinen insanlar. Ama Muhammed Yunus onların onurlu bir yaşam mücadelesi vermeleri, bir mesleğe sırtlarını dayamış olmalarının özgüveni içinde araç-gereç hammadde için ihtiyaç duydukları o küçücük paraları temin ediyor. Senet yok, imza yok, kefil yok. Sadece bu borcun yine onlar tarafından geri ödenmesi gerektiği konusunda bir tokalaşma var. Bu kredileri alanların borçlarını geri ödeme oranı %96,5. Bu para ile alet- edevat alıyorlar, parça alıyorlar iş yapıyorlar onurları ile para kazanıyorlar üstüne üstlük borçlarını da ödüyorlar.

Tüketim alışkanlıklarımızı başka bir kültüre dönüştürmeliyiz. Binlerce çanta, ayakkabını ve gömleğin satışı olmazsa hayat durmaz. Bunları üreten fabrikalar kapanır insanlar işsiz kalır masalını terk etmeliyiz. İnsanlık tarih boyunca bir uğraş alanı yaratmıştır. Onlar gider yerine başka alanlar açılır. Belki de gözümüzü kör eden tüketim alışkanlığı insanlık için yararlı olabilecek alanların doğmasının önündeki en büyük engeldir.

Kendi gönlümüzü hoş tutmanın karşılığı olan her tüketimin bir başka insanı fakirleştirdiğini ve üzerinde misafir olduğumuz gezegenin kaynaklarını anlamsızca tükettiğinin bilincinde olmalıyız.

Çözümler Bizde Başlıyor, Bizimle Devam Ediyor!

https://olbios.org/

Çözümler bizde.

Sivil toplumun küresel işbirliğinde.

Geçen yüzyıl paraya tahvil edilmiş değerlerimizle ancak sivil toplum çatısı altında buluşabiliriz.

15 yaşındaki Greta Thornberg’in dünya gündemini nasıl etkilediğini özellikle bu dönemde unutmamalıyız. Küresel işbirliklerinin ancak sivil toplumun hükümetler üzerindeki etkisi ile ilgili insan hakları, kadına şiddet, çevre gibi sayılabilecek onlarca alanda ne kadar etkili sonuçlar verdiğini PostKorona dönemi için değerlendirmeliyiz.

Bir yandan da ekonomik dünyanın belirsizliği içinde kendi pratik çözümlerimizi üretmeliyiz. Karınca kararınca insanlara umut aşılamalıyız. Dostluğun, insanlığın ölmediğini, bir birbirimize ihtiyacımız olduğunun bilincini davranışlarımızla yaygınlaştırmalıyız. Daha da önemlisi, bunları içimizden geldiği için ve inanarak yapmalıyız. Belki bir fabrikayı ayağa kaldıramayız ama bir terziyi, çerçeveciyi, musluk tamircisini, marangozu, hediyelik eşya satıcısını bizim için önemsiz ama onun için önemli küçük siparişlerimizle mutluluğumuza ortak edebiliriz. Hayatın e-ticaretten ibaret olmadığını gösterebiliriz.

Öte yandan, salgın sonrası “olması gereken normale” dönüşün kapılarını aralayacak olan sivil toplum dinamiğini canlı tutabilmeliyiz.

KoronaVirüs Aşısı Belirleyici Olacak!

The Financial Express

Sorumluluklarımızdan ne kadar sorumlu olduğumuzu gösterecek bir gündem daha var ortada; Korona Aşısı… Bir değil birçok korona aşısı önümüzdeki iki yıl içinde ortaya çıkacak bu belli. Peki bunun sahibi kim olacak, paralı mı olacak, parasız mı, nasıl dağıtılacak? Kim organize edecek?

Dünya Sağlık Örgütü’nün rolü ne olacak?

İşte sivil toplumun PostKorona döneminde vereceği en önemli sınav. Seçilmişliklerini küresel ölçekte söz sahibi büyük şirketlerin finansal desteklerine borçlu karar vericilerin aşı konusunda bu şirketlerin beklentilerine uygun kararları almaları tabii ki sürpriz olmayacak. Ama güçlü bir sivil toplum tepkisi birçok alanda olduğu gibi bu konuda da onlara geri adım attırabilecek.

Ancak yine de, belki salgın hastalıklardan daha az etkileneceğiz, belki sağlıklı olacağız ama şurası kesin ki özgürlüğümüzü rehinci dükkanından geri alamayacağız. Bedel olarak da “yeni değil olması gereken normale dönüşü” ödeyeceğiz. Ama bu dönüşü bize devletleri yönetenler değil sivil toplumun gücü sağlayabilir. Bugüne kadar olduğu gibi, sivil toplumun “aklı”, gücünü bilimden ve sağduyudan alan omurgası hep “insan” odaklı bir toplumsal yaşamın şekillenmesinde etken oldu.

Sivil toplumun gücü devlet kurumlarının teknolojiyi kullanarak veya kılcal damarlarına sızarak vatandaşlarını “kötülükler” karşısında koruma iddiası ile nasıl kontrol altında tutmaya çalışıyorsa, sivil toplum da aynı teknolojiyi kendilerini yönetenlerin insanlık ve gezegene karşı uygulamalarını gün ışığına çıkartacak bir çaba içinde olacaktır. Gücünü; din, dil, ırk, cinsiyet ve coğrafya ayrımı gözetmeyen “küresel bireylerden” alacağı için devlet kurumları karşısında daha güçlü olacaktır.

Sonuçta; özel hayatımızın olmayacağı, sadece davranışlarımızdan değil duygularımızın ticari, siyasi ve sosyal olarak kanaatlerimizin şekillenmesinden de bizimle beraber birçok kişinin bilgi sahibi olacağı bir dünyanın kapısından içeri girmek üzereyiz. Rehinci dükkanlarının önünden geçerken de vitrindeki “özgürlüklerimize” anlamlı bir şekilde bakacağız!

2 Responses
  • Yücel BİÇMEN
    Temmuz 15, 2020

    Bizler bireysel olarak hayatta kalmak sağlıklı huzurlu mutlu olmak için toplumsal hayatın içinde hukuk adalet özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız Aksi halde Covid-19 pandemisini kendi menfaatleri ve çıkarlarına uygun bir ortama dönüştürmek her türlü ileri teknolojik sistemi ile bizim kontrollü yeni normal hayatın içinde rehine gibi yaşamaya aslında rehine dükkanında bedenimizle birlikte esir olarak tutulacaklar. Amaçları kendine yeni geniş yaşam sahaları sağlamaktır. Ancak bunu yapmaya ne eğitim nede tecrübeye bilgiye akla sahip değiller. Bunu başarmak için varlığımıza sahip olmak hatta mümkün olsa kendi bedenlerine bizim beynimizi nakletmek yada kiralamak zorundalar. İşte burada sivil toplum sosyal medyadaki iletişim sayesinde bu zincirleri kurmalarına çalışacaklar. Tarihe bakarsanız başaramayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bilime teknolojiye karşı gelinemez, sonunda düşünen inanan sorgulayan insanlığın temel niteliklerine sahip olan toplumsal hayatta paylaşmayı iç huzuru birlikte ortak akıl ile hareket eden insanlar daima üstün gelmişlerdir. İyilik güzellik özgürlük insan haklarına saygı toplumsal barışın olduğu yerde gelişmişlik yeralacaktır. İnsanlık tarihi bu sınavı da aşacaktır. Tabiki sivil toplumun ve sosyal iletişim ağların sayesinde…

    Ne düşünüyorsun?

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir