SALİM KADIBEŞEGİL / 2006

BİRİNCİ BÖLÜM
İTİBAR DÜNYASINDA BİR GEZİNTİ

  • İtibarınızın yönetilmesi ile ilgili bir gündeminiz var mı?
  • Üzerimizden bir silindir geçmeden önemini anlayabilir miyiz?
  • İtibar şirket ve marka değerini artırır
  • İtibar başka ne işe yarar? İş sonuçlarını etkiler mi?
  • Kurumsal itibar yönetilebilir mi?
  • İtibarı yönetmek kimin işi?
  • Krizler itibarı tehdit eder, itibarlı olmak tutkusu kriz yaratır
  • Kurumsal itibar ölçümlenebilir mi?
  • İtibar açlığının bastırılması
  • Kurumsal itibarınızı nasıl yöneteceksiniz?

İKİNCİ BÖLÜM
KURUMSAL İTİBARIN TEHLİKE ÇANLARI

  • Yönetilmeyen itibarı rakipler yönetir!
  • Kurumsal sosyal sorumluluk, kurumsal itibar değildir!
  • Para ile ödül alanlar! Dikkat!!!
  • Allah sizi “Müşteri Danışma Hatlarına” düşürmesin!
  • Vefat ilanlarında şirket logosu kullanmak!
  • CEO’ların “üç” işi vardır. Dördüncü işleri olanlar itibarın tehlike çanlarını çalıyorlardır.”
  • Kürsüde kağıttan okumanın dayanılmaz cazibesi!
  • Çıkarmamız gereken dersler

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İTİBARINIZI YÖNETMEKTEN DAHA ÖNEMLİ BİR İŞİNİZ VAR MI?

(Makaleler)

  • İtibarınızı Yönetmekten Daha Önemli Bir İşiniz Var mı?
  • Önce Para Kazanalım Sonra “İtibarlı Olalım”!
  • Beğenilen Şirket Olmak İçin İtibarın Yönetimi
  • İtibar, Algılama Yönetimi ya da “Repuception”
  • Küresel Oyunun Kuralları Değişiyor… İtibarlı Kurumlar Ayakta Kalmaya Aday…
  • Şirketler Kâr Değil İtibar Peşinde Koşmalı!
  • İlaç Endüstrisi İçin “Kurumsal İtibar” Neden Bu Kadar Önemli?
  • Kuruluşların DNA’sı İtibar
  • Sürdürülebilir Rekabet!
  • İletişim Performansı İle Rekabet
  • Dünyanın En Saygın Finansal Hizmetler Şirketi
  • Grant, Coca-Cola’da Neler Olup Bittiğini Berber Tommy’e Sorabilir…
  • Satış Mümessilleri Şirketi Nasıl Temsil Ediyorlar?
  • İnsan Kaynakları Bilançoları Nasıl Etkiliyor?
  • Çalışanların Markalaştırılması
  • Bir Sonraki Kuşağa Karşı (Ne Kadar) Sorumluyuz!
  • Global Rekabette “İtibarın” Yolu “GRI”dan Geçiyor…
  • Sosyal Sorumluluğun Suyu Çıkmak Üzere!
  • Sorumluluklarımızı Sorumsuzluğa Dönüştürmek!
  • “En Sorumsuz Şirket” Ödülüne Aday mısınız?
  • Krizler İletişimle Yönetilir!
  • Bu CEO’lara Bir Şeyler Oluyor!
  • İletişim CEO’ların Görevi
  • Yerel Toplum Görmezden Gelinebilir mi?
  • Halka Açılamayan Şirketler!

GİRİŞ
Bugüne kadar kurumsal itibarla ilgili yayımlanmış makalelerimi bir araya getirmek fikrini bana kızım Pırıl verdi… İş dünyasının yakından takip ettiği birçok yayında görüşlerimi aktardığım yazılar vardı. Bunlar, içerik olarak güncel konuların yorumlanması ile ilgili ise de özünde, konuya duyarlı olanların kendileri için değerlendirebilecekleri bir yol sunuyordu.

Dostum Şeref Oğuz, birinci taslağı okuduktan sonra acımasız bir eleştiri yaptı ve sadece daha önce çeşitli yerlerde yayımlanmış makalelerin yeterli olmayacağını, okura “yeni bir şey” verilmesi gerektiğini söyledi. Yani bu makaleleri kucaklayacak bir açılıma gereksinim vardı. İkinci taslak böyle ortaya çıktı.

Tüm makaleler bir araya geldiğinde gördüm ki, zaman içinde kurumsal itibarın yönetilmesi ile ilgili baz alınabilecek bazı şablonlar oluşmuş. Bunlar, hemen hemen her yazıda dayanak noktası olarak konuyla ilişkilendirilmiş.

Örneğin; kurumsal itibarın iş sonuçları ile ilgisi… Yazıların içeriğinde farklı bakış açıları ile de olsa iş sonuçlarına değinilmesi gayet doğal. Çünkü, iş sonuçları ile ilişkilendirilmeyen kurumsal itibarı yönetmenin anlamı yok!

CEO’ların bu kavramın içindeki rolü bir başka kaçınılmaz nokta… Buna referans olarak da Burson-Marsteller’in yıllardır yaptığı CEO Capital araştırmasını veriyoruz. Çünkü bu araştırma gösteriyor ki kurumsal itibarın yönetilmesindeki yüzde 50 oranındaki sorumluluk CEO’nun omuzlarında…

Üçlü raporlama, bugün itibarlarını yönetmek konusundaki ciddiyetlerini ortaya koymak isteyen şirketlerin “can simidi”… Bu raporlamanın ne olduğu, nasıl yapıldığı, yazılar içinde gerektiği gibi aktarılıyor.

Çalışan markası” ise, belki bir kısmımız için yeni bir kavram olarak görünebilir ama 1990’larda geliştirilmiş yeni ve modern yönetim anlayışının bir ürünüdür. Çalışanlarını “marka” haline dönüştürmek konusunda bir yönetim felsefesi uygulayan şirketlerin, nitelikli ve gelecek vaat eden insan kaynaklarını şirketlerine çekmek gibi bir sorunları yok!

Bazı kurum ve kuruluşlar, bu yazılar içinde çok sık karşımıza çıkacak. Örneğin Dow Jones Sustainability Index (DJSI)… FT4GOOD… World Business Council Sustainable Development (WBCSD). Bir kurum olmasa bile, sürdürülebilir kalkınma ve kurumsal itibar ilişkisini çok net ortaya koyan bir raporlama standardı olan Global Reporting Initiative (GRI). Prens Charles’ın himayelerinde faaliyetlerini sürdüren International Business Leaders Forum (IBLF) …

Yazıların içinde, bir şekli ile bu kavramlara ve referans noktalarına mutlaka değinilmiş olması bir tesadüf değil tabii… Kurumsal itibarın yönetilmesi ile ilgili dünyada olup bitenlerin nelerin etrafında döndüğü konusunda bir fikrimiz olmalı ki, konuyla ilgili geliştireceğimiz politikalar kendi içinde tutarlı ve değişimi tetikleyebilecek nitelikte olsun. Bu nedenle, tekrarlanmış gibi görünen bu kavramlar ve referans noktalarının sık sık karşınıza çıkıyor olmasının arkasında kendimce benimsediğim bu “şablonların” bulunduğunu özellikle ifade etmek isterim.

Kurumsal itibarla ilgili söylenecekler tabii ki bu yayının sayfaları ile sınırlı değil. Kişisel olarak kurumsal itibarı meslek hayatımın keyifli bir yolculuğu olarak tanımlıyorum. Bu kavram, modern yönetimin kendine özgü özel gündemi ile buluşmamızı sağlıyor. Rekabete ve pazara farklı bir pencereden bakılabileceğini gösteriyor. Sadece iletişimciler için değil, CEO düzeyinde, isimleri ile marka olmuş üst düzey yöneticiler açısından da böyle… Onların da kurumsal itibarla tanışmaları, bunun yönetilebilir bir disiplin olduğunu algılamaları iş yapma biçimlerinde etkili oluyor.

İçerik, her ne kadar, daha eski tarihlerde çeşitli yayınlarda yayımlanmış yazılardan derlenmiş bile olsa, bu konuya ilgi duyanların konuyla ilgili duyarlılık alanlarını keşfedebilecekleri bir yaklaşımı benimsemeye çalıştım.

Kasım 2005, Urla

TEŞEKKÜR
Bu kitabın içeriği ile ilgili kaynak taraması 2001 yılında başladı. Makalelerin kitaplaştırılması ile yetinmeyip kurumsal itibara geniş bir açılım getirecek içerikle ilgili yoğunlaşma haziran 2005 tarihine rastlıyor. Bu tarihten itibaren hem makalelerin içerikleri ile ilgili hem de okura” yeni bir şey” verilmesi ile ilgili yazı çalışmalarına birçok kişinin emeği geçti. Meslektaşlarım, müşterilerim, arkadaşlarım bu içeriğe farklı bakış açıları getirerek olgunlaştırdılar. Dr. Şeref Oğuz’un içeriksel eleştirileri sadece bu kitabın zenginleşmesini sağlamadı aynı zamanda pratik hayatta konunun gündemle ilişkilendirilmesinde etken rol oynadı. “Masanın öbür tarafında Genel Müdür” sıfatı ile oturan Mustafa Çağan’ın bir “Müşteri” ve “üst düzey yönetici” gözü ile yaptığı katkılar konunun iş dünyasında daha iyi anlaşılmasına neden olacak bir destek oldu. Danışman arkadaşım Elif Gökmen’in özellikle İngilizce metinlerdeki titiz çalışması, başvurulan kaynak aktarımlarının kalitesini güvence altına aldı. Eski asistanım Dilek Özkan’ın sadece içerik düzeltmeleriyle yetinmeyip kavramsal yönlendirmelerdeki önerileri özellikle genç arkadaşlarımın konuyla daha sıcak bir platformda buluşmalarını sağladı.

İsmini saymakla bitiremeyeceğim çok sayıda dostum, arkadaşım, meslektaşım kitabın ilgili bölümlerine getirdikleri yorum ve öneriler ile çok karmaşık olan konunun kolay anlatımla sunulabilir bir içeriğin oluşumuna katkı sağladılar.

Hepsine teşekkür ediyorum.

Yine her zamanki gibi asıl gönül borcum eşim Aysen ve kızım Pırıl’a. Onlardan çaldığım zaman meslek hayatımın beşinci kitabını tamamlamamı sağladı. Annem Fahrünnisa ve ağabeyim Ahmet Kadıbeşegil’in moral ve motivasyon sağlayıcı destekleri bu çalışmanın tamamlanması için hep yanı başımda hissettiğim güç kaynağı oldular.

Hepsine, herkese sonsuz teşekkürler.

25 Şubat 2006, Urla/İzmir

ÖNSÖZ
Global ekonominin bütün gücüyle hüküm sürmeye devam ettiği, sınırların ve korumacılığın ortadan kalktığı, iletişimin, şeffaflığın, açıklığın egemen olduğu, tam anlamı ile pazar ekonomisi sistemine geçildiği günümüz, artık yeni bir çağı temsil ediyor ve “ Bilgi Çağı” olarak isimlendiriliyor.

Bu çağda bilgi, hem yeni insan tipini ve hem de yeni ekonomiyi şekillendiriyor ve nihayet ilişkilerin bütününe damgasını vuruyor.

İşte böyle bir dünyada; birey, aile, çok uluslu veya yalnız bir ülkede faaliyet gösteren Şirket veya Sivil Toplum Kuruluşları ile siyasi veya sosyal bütün organizmalar ve nihayet ister hükümet, ister ülke ve isterse ülkeler manzumesi olsun “itibar” unsurunu, sevk ve idare mekanizmasının ayrılmaz bir parçası olarak görüyor.

Bu organizmalar bunu görmekle ve tespit etmekle kalmıyor, bu unsurun onun, bütün faaliyet alanlarının içinde ve hatta üstünde rol oynamakla olduğu realitesini keşfediyor.

Düşünür, yazar, iletişimci Salim KADIBEŞEGİL de, bu hakikati pek çok iletişimci gibi yakalıyor ve bunu yani “itibar yönetimi”ni sevk-idare ilminin içine ve bünyesine yerleştiriyor.

Bugün değil, on yılları aşkın bir zamandan beri de, KADIBEŞEGİL bu konuyu düşünce aleminin ve özellikle iş dünyasının gündemine taşıyor.

İtibar yönetimini, kurumsal kimliği ve bu “temel” unsuru, sevk-idarenin ana konusu yapmayı, yalnız ulusal delil ve olaylarda değil, fakat uluslararası ve çok boyutlu bir bakış açısı ile Türk İş Alemine sunuyor, ona ışık tutuyor ve yol gösteriyor.

Salim Kadıbeşegil’in “İtibarınızı Yönetmekten Daha Önemli Bir İşiniz Var mı?” isimli bu kitabı, uzun yıllara varan muhtelif çalışmalarından yola çıkarak, “ İtibar Yönetimi” konusunda bütün teorik altyapıyı kurduğu gibi, bilimsel bir tasnifle, uygulamaya dönük fakat modern sevk ve idare sanatının içine yerleşecek teorileri de ortaya koyuyor.

Ama bu kitap için asıl söylenecek söz; kitabın yol gösterici ve hatta gösterdiği yola ışık tutucu olmasıdır.

Kitap, bir şirketin CEO’sundan kapıdaki görevlisine, PR yöneticisinden kaliteden sorumlu müdürüne kadar sevk ve idarede yer alan her bireyin, her çalışanın daha da önemlisi her patronun veya her hisse sahibinin çok yakından bilmesi ve hedeflediği iş sonuçlarını elde etmesi için “ olmazsa olmaz” temeli ile uygulaması şart olan davranışları ve davranışlardaki kaliteyi ortaya koyması bakımından önem taşıyor.

Bir kurumun itibarı hiç şüphesiz, o kurumun veya şirketin yalnız bugünkü görünümüne değil, geçmiş performansına, tradisyonel karakterine, taşıdığı sosyal sorumluluk başta olmak üzere, ,insan ve tüketici odaklı iç ve dış davranışlarına ve nihayet bu itibarı ileriye doğru götürecek itibar yönetimi stratejilerine bağlıdır.Değil mi?

Öyle ise,

İtibarınızı Yönetmekten Daha Önemli Bir İşiniz Var mı?

Haydi!

Tuğrul KUDATGOBİLİK
TİSK Yönetim Kurulu Başkanı

19 Mart 2006, Moda/ İstanbul

NE DEDİLER?

İTİBAR SAVAŞÇISININ KİTABI

Rauf Ateş
Capital ve Ekonomist dergileri Yayın Direktörü

Gazetecilikte 20 yılı tamamlamak üzereyim. Bunun neredeyse tamamına yakınında Salim’i tanıdım. Bir PR aktivitesi ya da İzmir Halkla İlişkiler Derneği’nin toplantısı sırasında tanışmıştım sanıyorum. Orsa Halkla İlişkiler’in merkezi o dönemde İzmir’de idi. İzmir Elektronik Sanayi, Opel, Turyağ gibi şirketlere, PR danışmanlığı veriyordu. Sonra İzmir’i terk edip İstanbul’a yerleşti.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum… O dönemde PR işini yapan, bugün devam edenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Orsa, PR işinde devam etseydi, bugün belki de Türkiye’nin en büyük, en çok müşteriye sahip şirketi olurdu. Ancak, Salim ve Orsa’sı, bugünün son derece moda yaklaşımı olan “Farklılaşma”yı daha o yıllarda hayata geçirdi. PR işi “commodity” haline geliyor, sıradanlaşıyor diyerek kendini farklı bir alanda konumlandırdı.

O alanı yazmadan önce, bir ara verip, kendi deneyimimizi paylaşmak istiyorum. Salim’in farklı alana girdiği dönemde, biz de Capital’de yeni bir projeyle uğraşıyorduk. 1998 yılında ilk defa hayata geçirdik, ancak uğraşa çok önceden başlamıştık. Amacımız, Fortune ve Financial Times gibi önemli yayınların yaptığı “En Beğenilen Şirketleri” araştırmasını Türkiye’de gerçekleştirmek idi. Ancak, hiç kolay olmadı. Çünkü, ciro, kar, adeti, ihracat, fabrika çalışan sayısı ve hatta piyasa değeri gibi göstergeler varken, kimse “beğenilme” konusuna pek önem vermiyordu. “İtibar yönetimi” (Reputation management) konusunda bir araştırma yapmak, bunun için bir araştırma şirketiyle çalışmak, sponsor şirket bulmak inanılmaz derece zordu. Bunu başarmak birkaç yılımızı aldı.

“Beğenilen şirket olmak,” “İtibar yönetimi” gibi konuları kapsayan bir araştırmada yaşadığımız güçlüklerden sonra, Salim’in değişikliğini duyunca çok şaşırmıştım. “Türk şirketleri PR peşinde. Herkes haberim çıksın, söyleşim yapılsın, kapak olayım diyor, sen itibar yönetip, itibar ölçeceğiz peşindesin” dediğimi hatırlıyorum.
Ancak, Orsa ve Salim bu konuda direndi, Türkiye’de “itibar yönetiminin” şirketlerin gündeminde yer alabileceğini gösterdiler. Son yıllarda bakıyorum, bizim yaptığımız “Türkiye’nin En Beğenilen Şirketleri” araştırmasına ilgi artıyor, şirketler anketleri doldurma konusunda daha istekli davranıyorlar.

2006 yılının başında bir araştırma yayınladık Capital’de. “Finansal göstergeler dışında hedefler koyuyor musunuz” diye sormuştuk. Gelen yanılar arasında “İtibar yönetimi hedefi koyup, düzenli izliyoruz” diyenlerin sayısı hiç de az değildi. Bu, son 5 yılda elde edilen büyük bir başarı. Müthiş bir değişim.

Bu değişim içinde Salim Kadıbeşegil bir “itibar savaşçısı” gibi mücadele etti. Bu alandaki “ilk” kitabı yazdı. Çok sayıda şirkete danışmanlık yaptı, onların gündemine konun girmesine katkıda bulundu. Türkiye’de seminerlere katıldı, konuşmalar yaptı.
Hatta savaşın sınırlarını ülke dışına da taşıdı. En son konuştuğumuzda, “Neredesin” diye sorduğumda, “Malta’dayım. İtibar Enstitüsü’nün konferansındayım” karşılığını vermişti. Ülke beni şaşırttı, ancak orada bulunma gerekçesi alışık geldi. Çünkü, nerede itibarla ilgili bir konferans, seminer, eğitim varsa, Salim işini gücünü bırakıp oraya koştu. Gerçek bir “İtibar Savaşçısı” gibi çalıştı.

Türkiye’de bu konuda görüşüne saygı duyulabilecek, konuşma yapacak, danışmanlık verebilecekler arasında ilk sırada gelir. O nedenle kitabını merakla bekliyorum. Onlarca konferans, çok sayıda şirket deneyimi ve kitaptan süzülen deneyimle ortaya çıkan bu kitabı, dergilerimizde kaynak olarak kullanacağımızdan eminim.Eğer hayal kırıklığı yaratırsa, bir sonraki kitabında da bunu dile getireceğimi, Salim’in izni ile sizlerle paylaşmak istiyorum.

İtibara yatırım yapmanın geri dönüşü

Prof. Dr. Acar BALTAŞ

Salim Kadıbeşegil’in kitabı büyük bir birikim ve emeğin ürünü. Bu çalışmanın değeri, içeriğinin çeşitli kaynaklardaki “malumat”ları (information) derlemeyip, hayatın içinden ortaya çıkan deneyimlerin kavramlaştırılmasından, yorumlanmasından ve gerçek “bilgi”ye (knowledge) dönüştürülmesinden kaynaklanmaktadır.

Geçen yüzyılda biçimlenen geleneksel yönetim ve patron anlayışı; arazi, bina ve donanıma yatırım yapmak, ancak akla para harcamamak yönündedir. Kaçınılması gereken harcamaların başında da kurumsal iletişim ve eğitim gelir.

Salim Kadıbeşegil itibara yatırım yapmanın geri dönüşünü kendi yaşam deneyimlerinin süzgecinden geçirdiği örneklerle ve yorumlarla son derece kolay ve anlaşılır bir dille anlatıyor. Kitapta, kurumsal itibarın yönetilmesi gibi oldukça karmaşık sayılabilecek bir konu, bir roman akıcılığında okuyucuya sunuluyor. Okuyucu, kitabı ister bir solukta baştan sona okuyabilir, isterse ilgisini çeken bir bölümden diğerine atlayarak okuyabilir. Kitabın içeriğinin bir şekilde yapılandırılmasına gösterilen özen ve beceri, yazarın konusuna ne ölçüde egemen olduğunu gösteriyor.

Evrensel insanlık değerleriyle ortaya çıkan kavram

Prof. Dr. Haluk GÜRGEN

“İtibar”ın önemi konusunda kimsenin kuşkusu olacağını sanmam. Fakat, doğal olarak itibarımızı korumak ve geliştirmek ve her şeyden daha değerli kılmak için “ne yapabiliriz?,” “nasıl yönetebiliriz?”gibi sorulara ilişkin yanıtlarımızda zorlanıyoruz. Çünkü, genel olarak itibar için dürüst ve güvenilir olup, işimizi doğru yapmanın yeterli olacağına, böylece onun kendiliğinden varolup, gelişeceğine inanıyoruz. Aslında, itibarın iletişimle ilgili bir konu olup yönetilmesi gereken bir şey olduğunu herkes gibi bizler de daha yeni yeni öğreniyoruz.

İtibar konusu kişi ve kurumlar için en önemli bir değer. İtibarın yitirilmesi durumunda, sahip olduğumuz para, mal ve mülkler iskambil kağıdından kuleler gibi dağılıp, çöküveriyorlar. Yitirilen itibarın ise yeniden kazanılması, uzun ve çok zorlu bir süreç gerektiriyor. Bu konuda, ülkemizin yakın geçmişinde yaşanan krizler, sayısız acı olay ve ardından gelen itibar kayıplarından çıkartılacak çok ders var. Bu nedenle itibarın önemi ve onun nasıl yönetileceği, başta şirket yöneticileri olmak üzere hepimizin üzerinde titizlikle durması gereken bir konu…

Kurumsal itibarın, her şeyden önce evrensel insanlık değerleriyle doğrudan bir ilişki içerisinde olduğunu biliyoruz. Yani, adalet, yasalar önünde eşitlik, kişi özgürlüğü ve güvenliği gibi olmazsa olmaz insanlık değerleriyle örtüşmeyen hiçbir karar ve uygulama itibar yaratamaz. Diğer yandan, içinde yaşadıkları toplumların beklentilerini karşılayamayan kurumların, başta çalışanları, müşterileri ve yatırımcıları olmak üzere sosyal paydaşlarının güvenlerini sağlamaları da zorlaşır. Bu nedenle kurumsal itibarın, her şeyden önce şirketlerin, toplum değerleriyle çelişmeyen vizyon, misyon, değerler ve kültüründen oluşan kurumsal temelleri üzerine, iş hedefleriyle ilişkilendirilerek yönetilmesi gerekiyor. Bu noktada, “iyi kurumsal yönetim ilkeleri,” “kurumsal sosyal sorumluluk” ve “koşulsuz iç ve dış müşteri mutluluğu” gibi kavramlar büyük önem kazanıyor. CEO ise hem itibarı yaratan unsurların başında geliyor hem de tüm bu itibar bileşenlerinin yönetiminden sorumlu bir kişi olarak büyük önem taşıyor.

Kurumsal itibarın yaratılabilmesi, itibar bileşenleri iletişiminin yönetilmesinden geçiyor. Bu noktada, kurumsal itibarın, halkla ilişkiler disiplini içinde bir çalışma alanı mı yoksa ondan bağımsız farklı bir yerde mi olduğu konusu da bu kapsamdaki tartışmaların başında geliyor. Bazı görüşler, halkla ilişkilerin, kendisinden beklenenleri yeterince karşılayamadığını ve özellikle bir yönetim işlevi olarak kendisini kurumsallaştırıp var edemediğini, bu nedenle çok katmanlı ve birinci dereceden yönetimle ilgili kurumsal itibar konusunun halkla ilişkilerden ayrı ele alınması gerektiğini ileri sürüyorlar. Diğer bazı görüşler ise gerek kurumsal itibar, gerekse algılama ya da konu yönetimi gibi kavramların, yapay farklılıklar taşıdığını düşünüyorlar. Bunun, iletişim sektörünün rekabet ortamı içerisinde, halkla ilişkiler şirketlerinin kendilerini farklılaştırmak adına yapay bir biçimde yarattığına inanıyorlar. Aslında adı ne olursa olsun yapılan işin halkla ilişkiler işi olduğunu söylüyorlar. Gerçekten de özellikle ülkemizde işin aslını anlamadan, öğrenmeden bunun için gerekli çalışmayı yapmadan sadece ya moda olduğu için ya da ticari kaygılarla çok kısa sürede kavramları eskitme konusunda oldukça uzmanlaştığımız düşünülürse, bu görüşün üzerinde ayrıca durmak gerekir.

Salim Kadıbeşegil, uzun yıllar ülkemizde halkla ilişkiler alanında çok önemli projelere imza atmış, bu mesleğin doğru ellerde doğru bir şekilde gelişmesi için çok önemli çalışmalar gerçekleştirmiş, yalnızca başarılı bir uygulamacı olarak değil aynı zamanda yazdığı kitap ve makaleleri ile alanının özgün bilgi dağarcığının genişlemesine ve genç insanların yetişmesine katkı sağlamış bir profesyonel. Salim Kadıbeşegil’in, “İtibarınızı Yönetmekten Daha Önemli Bir İşiniz Var mı?” adlı çalışması, kurumsal itibar yönetimi konusunu bizden ve dışarıdan çok anlamlı ve öğretici örneklerle tartışıyor. Kitap, konuya ilişkin uluslararası bilgileri içermesinin yanı sıra bize ait yeni ve önemli tartışma alanları yaratması bakımından de usta işi bir çalışma… Çünkü, kitapta yer alan her bilgi, her görüş ve her sözün ardında itibarı yüksek bir iletişim emekçisinin yıllarca sadece işini yaparak oluşturduğu bilgi ve zengin birikim var. Bu nedenle, dostum Kadıbeşegil’e hiç ihmal etmediği bilgi üretme ve paylaşma konusundaki çabası için de çok teşekkür ediyorum. Çalışmanın, ülkemizde kurumsal itibar konusunda gerek akademik gerekse uygulamada yeni çalışmalara ışık tutacağına inanıyorum.

Yöntemin belirleyiciliğine dair
Dr. Şeref OĞUZ

İtibarınızı yönetmekten daha önemli bir işiniz var mı?
Salim Kadıbeşegil, doğru zamanda doğru bir soruya cevap arayan bu kitabıyla acaba nasıl bir katma değer yaratıyor?

Herkesin her yerde herkese ulaştığı bu dönemde, itibarımız, hiç bu kadar test edilir olmamıştı.
Oysa eskiden işler, daha kolaydı. Kendi itibar coğrafyanız “sınırlı,” korumak zorunda olduğunuz itibarınıza yöneltilen tehditler “sayılabilir” idi.

Ancak durum, sonsuza dek değişmiş görünüyor.

Hele ki şirketiniz için tüm dünyanın “pazar” ve sizin coğrafyanız da “dünyanın pazarı” haline geldiği bu ortamda, itibarı yaratmak, başlı başına bir beceri alanı olarak tanımlanır oldu.
İtibarı yaratmak! Kulağa hoş geliyor. Ne yapmamız gerektiği konusunda ikna edici de…
Fakat bunu “nasıl” başaracağımız konusu, hala üzerine tezler üretilen bir alan.

Bir şekilde yaratılmış itibarı korumak ise daha da ileri yöntemlerin bulunmasını şart koşuyor.
Salim Kadıbeşegil’in yıllar önce ilgi ve bilgi alanına dahil ettiği itibar konusunda, evrensel bilgi ile yöresel davranış ve töresel refleksleri bir araya getirme gayretini yakından izleyenlerden biriyim.

Gördüğüm, itibarın, kitapta yahut dilde durduğu gibi bir şey olmadığı…

Entelektüel sancı kadar, yığınca “doğru” örnekten yola çıkılması gerektiğini, bu kitabın taşıdığı içerikten zaten çok kolay anlayabiliyoruz.
Anlıyoruz da… Bu “anlayışı” işe yarar hale getirebilmek için neler yapmamız gerektiği konusunda kafamız hep karışıyor.

İtibar, bizden öncekilerin de en büyük dertlerinden biri olmuştu. Hatta pek çok kavim yada insan, itibarını “varoluş biçimi” olarak dahi tanımlamıştı. Baktığımızda, tarihin aslında “itibar” savaşları öyküleri olduğunu görebiliyoruz.

İskender’in “yarına taşımak” zorunda olduğu bir itibar sorunu vardı. Attila da öyle…

Yalnızca kralların mı? Sarayda itibarını kaybetmiş vezirlerin de soytarıların da kelleleri gidiyordu.

Kaybedilmiş bir savaşı “doğru iletişimle izah edemeyen” nice komutan, itibarsız sonlarla karşılaşmadı mı?

Eski jargonla “onurunu” yada şimdiki söylemle itibarını korumak için kaç aşık, öyküleri bugün dahi “muteber” aşk destanı yaratmıştır kim bilir.

Tamam anladık, itibar hayati bir konu… Fakat bu konuyu nasıl yöneteceğiz? Başta sorduğun soruya geri dönersek, bu kitabın katma değeri, nerede oluşuyor açısından baktığımda, “benim ne işime yarayacak?” sorusuna cevaben gözlemlerim şöyle;

Ölçemezsen bilemezsin, bilemezsen yönetemezsin.

Daha iyisi, yılların gerisinden mutlaka gelecektir ancak şu anda hiç değilse elimize “kullanabileceğimiz” bir ölçek tutuşturuyor Kitap.

Kadıbeşegil’in, itibarın “ne” olduğundan ziyade “nasıl”ına cevap arama ve nasıl yöneteceğimize dair gayreti, alkışa değer.

El Cezeri, “hayata geçirilememiş her bilgi, doğru ile yanlış arasında bir yerde durur” der.
Bilginin “çok” ancak nitelikli bilginin hala nadir olduğu bu dünyada, belki de en önemlisi, bu bildiklerimizi hayatımıza nasıl dahil edeceğimiz noktasında düğümleniyor.
İtibarını dert etmiş her kişi, kurum yada ülke, bunu yönetebilmek için adeta seferber olmuş durumda. Kimi “yalancı şöhret” ile imajını cilalayarak bunu deniyor. Ancak teflonu dökülünce “sentetik itibar” ardında genelde “yıkım” bırakıyor.

Kimi de itibarının değerini, ancak ve ancak “yöneterek” koruyacağı ayırtına varmış.
İtibar belki “her şeydir” ancak asla bir yöntem değildir.

Yöntemi olmayan “her şey,” de eninde sonunda zaman değirmeninde öğütülmeye mahkumdur.

Nitekim “bizim yönetemediğimiz itibarı, rakiplerin yönettiği” bu küre içinde “sürdürülebilir itibar” için, “yöntem ihtiyacı” ön plana çıkması da bundandır.

Kitabın katma değerinin ben işte tam da bu noktada; bize önerdiği yöntem boyutunda oluştuğunu düşünüyorum.

Bir solukta okunan kitap!
Cem TOPÇUOĞLU

Bu kitap “itibarınızın” ömür boyu sizinle olmasının yollarını gösteriyor. Çünkü öyle bir şey ki bu itibar, zor elde ediyorsunuz, yıllarınızı ona veriyorsunuz ve sonra bir bakıyorsunuz kaçıp gidivermiş. İtibar kaybının nereye varacağını ise, düşünmek bile istemezsiniz sanırım. Borsada düşen
değerler, pazar kaybı, nitelikli eleman kaybı, vb…

Bu kitap aslında insana yatırım yapmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü itibarı yaratan da, kaybettiren de sonuçta insanlar… Kimi yöneticiler, tüm olumsuz koşullara karşın kurumsal itibarı korumayı ve yükseltmeyi başarıyorlar, kimileri ise olmadık beceriksizliklerle ve ihmalkarlıklarla yerlere düşürebiliyorlar. Kitapta bunun dünyadan ve Türkiye’den, renkli olduğu kadar trajikomik örnekleri var.

Bazı kitaplar vardır, bildiklerinizi yineler, bazıları ise “size bilmediğiniz şeyler söyleyeceğim” diye tepeden bakar. Salim Kadıbeşegil ise, uzmanı olduğu itibar yönetimi konusunu, bir solukta okunan, üzerinde düşündüren, tekrar tekrar dönüp göz atılacak bir kitaba dönüştürmeyi başarmış. Bunu iyi ki yapmış.