Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Sivil Toplum mu Temiz Toplum mu?

By Posted on 1 No tags 0

Ben Serdar Kuzuloğlu’nun Dünya halleri blogundan öğrendim; Greenpeace İsveç’te bir kömür madenini “kapatmak” üzere satın alıyormuş! “Vattenfall adlı söz konusu maden İsveç devletiyle bağlantılı ve İsveç bir yandan fosil yakıttan tamamen kurtulmuş ilk ülke olmak için çabalıyor (Şirketin santralleri Almanya’da hizmet veriyor). İklim Bilimcileri küresel ısınmanın durdurulabilmesi için mevcut kömür yataklarının yüzde 80’inin toprak altında kalması gerektiğini iddia ediyor. Greenpeace tarafından götürülen teklif maden ve santrallerin satışını yöneten Citigroup yönetimince reddedildi ve ihaleye alınmayacağı bildirildi. Özelleştirmenin 3 milyar Euro’ya kadar çıkabileceği konuşuluyor. Greenpeace de çabasını sürdürüyor.”

Şirketleri kapatmak üzere satın alma noktasına kadar gelmişse bu işler, değil beş dakika, saatlerce düşünmek gerekmez mi?

Aslında sivil toplum markalarının dünyanın en değerli markalar liginde yer aldığını hiç düşünmüyoruz değil mi? Örneğin Greenpeace! Marka değerinin dünyanın en değerli markası olan Apple’ı solladığını iddia etsek yeni bir tartışma başlatmış olmaz mıyız? Hayatımızın en duyarlı köşeciklerinde sevimli yüzünü gösteren Panda’nın arkasındaki Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin (WWF) ederi kaç enerji şirketinin değerini bir kaç kere katlar! Oxfam; yoksulluk ve açlık karşısındaki mücadelesini inatla sürdüren bu kuruma danışmadan hükümetlerin karar almaları neredeyse imkansız hale geldi. Neden? Cevabını vereceğimiz neden Oxfam markasının değerini ölçebilecek her hangi bir para biriminin henüz ortalarda olmadığı ya da icat edilmediği gerçeğine taşımayacak mı bizi?

Günümüzde ürün markalarının da önünde giden bir güç varsa o da “sivil toplum kuruluşları” markalarıdır. Hepimizin hayatının bir yerinde bulunan ürün markaları logolarını bu küresel güçlerinin yanına “iliştirebilmek” için neler vermezler ki… İşte Eti örneği… WWF ile ortaklaşa Konya’da geliştirdikleri buğday projesi ile iki logo yan yana geldi. Kim kimden güç alıyor?

Mesela aslında çok basit; ürün markalarının kapsamında alanında  tüketici var… Sivil toplum markalarının içinde ise “herkes”!

Özellikle 1980’ler sonrası yeşeren çevre duyarlı hareketin içindeki değerler “herkesi” kucaklamaya başladı. Hiçbir maddi beklenti içinde olmayan insanlar dünyanın dört bir tarafında bir araya gelmeye başladılar. O “herkes” her kimse, kendi duyarlılıklarını temsil eden sivil toplum kuruluşlarının içinde veya çevresinde yumak olmaya başladılar. Sesleri yükseldikçe  şirketler, düzenleyici kurumlar, hükümetler görmezden gelme tutumlarını terk etmek durumunda kaldılar. Ve sonuçta günümüzde bir sivil toplum kuruluşları markaları gerçeği var. Dahası, ürünlerde olduğu gibi bu alanda da bir “pazar” var! Her sivil toplum kuruluşunun bu pazarda bir payı var… Hadi biraz daha ileri gidelim; benzer veya birbirine yakın alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarının bir Pazar payı “kavgası” da var!

Önce sivil toplum meselesi

leman_01Şurası bir gerçek ki bu yüzyılın ana dinamiğini sivil toplum oluşturacak. Kanunlar, düzenlemeler hayatımıza, yaşamımıza dair ne varsa bunları düzenleyenlerin işlerine sadece yerel değil dünyanın dört bir tarafından herkes “burnunu sokacak”! Çünkü demokratik süreçlerde “katılımcılık” bunu gerektiriyor. Bu katılımcılığı temsil edenler de “sivil toplum kuruluşları” olacak. Bu karar süreçlerinin içindekiler için kötü haber şu; aldıkları bir karar nedeniyle ertesi sabah tüm dünyaya “kepaze” olabilecekleri bir eylemle uyanabilirler! Nitekim her gün onlarca örneğini yaşıyoruz.

2000’li yılların başlarında Shell’in Sibirya’nın Sakhalin bölgesinde yaptığı petrol arama çalışmalarını protesto etmek amaçlı dünyanın en önemli gazetelerine tam sayfa ilan veren WWF bunun en güzel örneği. Shell, artan kamuoyu baskısı nedeniyle o projeden vazgeçmek durumunda kalmıştı. Ama “o ilan” işte “budur” dedirten cinstendi… Sivil toplum kuruluşlarının iş hayatının markalarından daha ön planda olduğu gerçeği ile yüzleşilen onlarca örnekten biriydi sadece.

Peki ya “temiz toplum kuruluşları”…

Yaşamın her alanında bu kadar etkin olan sivil toplum kuruluşlarını düzenleme kurumları ve hükümetler  bu kadar ciddiye alınca, uygulamalar öncesinde onların fikirlerini de almak bir “adet” olunca tabii ki iş dünyası da uyandı. Özellikle silah (savunma diyorlar) sanayi ve nükleer santral projelerinde en sık örnekleri ile karşılaştığımız gibi o sanayi kollarının “haklılıklarını” savunacak ve hükümetlerin karşısına oturacak “bir takım” sivil toplum kuruluşları da ortaya çıkmaya başladılar. İş dünyasının önde gelen şirketlerinin kurdukları bu sivil toplum kuruluşları için gerçek sivil toplum kuruluşlarının elinde olmayan olanaklar da kıyaslanamayacak kadar büyük. Örneğin parasal kaynaklar, ilişki ağları kapsamında kollarının uzanabileceği etkili yerler gibi… Dahası, kendi tezlerine bilimsel dayanak sağlayabilecek akademik çalışmaları da sorunsuz yaptırtabiliyorlar. Bunun en güncel örneğini günümüzde Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar konusunda görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde hükümet GDO’su ile oynanmış yedi tarım ürününün daha ithaline izin verdi. Çünkü arkasında “bilimsel” dayanaklar varmış! Güce bakar mısınız!

Toplumun duyarlılık ve değerlerini temsil etmek amacıyla kurulmuş olan sivil toplum kuruluşları bir anda karşılarında yine adları “sivil toplum kuruluşu” olan ama dilleri, söylemler, DNA’ları farklı bir takım kurumları bulur oldular! İşte bu yüzden ben “bildiğimiz” sivil toplum kuruluşlarının “kategori” başlığı değiştirdim ve onlara “Temiz Toplum Kuruluşları” olarak adlandırıyorum! Çünkü diğerlerinin hiçbir değeri yok ama bunlarınki “paha biçilmez”!

Küresel bireyler değişimi tetikliyor

Son birkaç bin yıldır yaşanmakta olan küresel ölçekteki değişimlerin bizim kuşağımıza denk geleni “küresel bireyler”… Önce devletler küreselleşme sevdasındaydı. Savaşlar toprakların genişlemesi için yapılıyordu. Sanayi devrimi ile birlikte markaların ve şirketlerin küreselleşme süreci başladı. 1980’lerde enformasyon teknolojilerindeki gelişim ile her bir bireyin bilgiye ulaşımı kolaylaştıkça evrensel değerler içinde buluşan bireyler “küresel” bir güç haline döndüler. Bunların temsil ettikleri sivil toplum kuruluşları işte bu “paha biçilemeyen” sivil toplum markalarını ortaya çıkardı. Greenpeace bunun en önde gelen örneklerinden. 1990’ların başında Kuzey Denizindeki bir petrol arama platformunu  (Brent Spar) Shell’in batırmak istemesi karşısında tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Shell; “Bu platformla işim bitti. Ben yapmıştım zaten. Parasını da ben verdim. İstediğimi yaparım” yaklaşımı karşısında platformu kuşatma altına alan Greenpeace gönüllüleri; “Hayır, yapamazsın, çünkü bu denizler tüm dünyaya ait. Neden olacağın çevre kirlenmesi karşısında tüm dünya zarar görecek” direnişini sergiliyordu. Nitekim Greenpeace haklı çıktı! Aynı şekilde Exxon’ın Valdez körfezinde batan petrol tankerinin neden olduğu çevre kirlenmesine karşı sivil toplumun usanmadan takip ettiği davalar şirkete 15 milyar dolardan

Greenpeace re-occupies Shell's oil installation BRENT SPAR to prevent dumping at sea. North Sea. Complete re-occupation of BS with banner "Save the North Sea, Stop Shell".

Greenpeace re-occupies Shell’s oil installation BRENT SPAR to prevent dumping at sea. North Sea. Complete re-occupation of BS with banner “Save the North Sea, Stop Shell”.

fazla cezaya mal oldu. BP’ nin Meksika körfezi aymazlığının şirkete maliyeti 100 milyar dolarlarla telaffuz edilirken şirket tarihinde ilk kez “temettü” dağıtamadı!

2008 küresel finansal kriz ile birlikte yeri, yurdu, adresi bile olmayan sosyal markalar hayatımıza girdi. Bunlar “günün birinde” kapitalizmin mabedi “Wall Street” i bastılar. Sonra adları % 99 oldu. Dünya sivil toplum literatürüne “Diren” diye bir sözcük armağan ettiler!

Küresel bireylerin beklentileri siyasette de karşılığını buluyor. Örneğin Avrupa Birliği sivil toplum konusunda dikkat çekici uygulamalarla bu konuya duyarlı olan kesimlere yön veriyor.

“AB için çoğulculuğa bağlılık, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygının yanı sıra demokratik değişimin mümkün olmasını gerektirir. Sivil toplum faaliyetleri, siyasi gündemi ve kamusal tartışma ortamını zenginleştirerek, daha açık, katılımcı ve dolayısıyla daha dinamik bir demokratik toplumun oluşmasına katkıda bulunur. Bu nedenle AB, Türkiye’de politika oluşturma ve yasal gündemin belirlenmesinden yerel, bölgesel, ulusal, Avrupa ve diğer düzeylerde uygulama ve izlemeye kadar ortak tercihler yapılmasında bireylerin aktif katılımını teşvik eder. Ayrıca daha dinamik bir sivil toplum, katılım sürecinin sadece aday ülke ile AB arasında yürütülen teknik bir süreç olmasını engeller ve bu sürece kamuoyu desteğinin sağlanmasına katkıda bulunabilir.”

Yerel “temiz toplum” markaları

Şimdi yerel örneklerden bazı “temiz toplum kuruluşları” markalarına bakalım. Bunların yaşamımızın içinde nerede durdukları, içlerinde olmasak bile duygularımızdan “öpücükler” gönderdiğimiz birer “gülen suratı” logolarının yanına iliştirdiğimiz bu markalar olmasa hangi “pusulayı” elimize alacaktık.

Buğday hareketi ve Buğday Derneği örneğin. Bugün Türkiye’nin dört bir tarafına serpilmiş “ekolojik pazarları” ve bu pazarları akılcıl bir planlama ile besleyen “ekolojik çiftliklerin” arkasındaki organize güç bu markanın var olma nedeni.

Akut… 1999 depremine kadar adını az çok bildiğimiz arama-kurtarma çalışmalarının “can kurtaran” simidi… Gençlerin özgeçmişlerine gururla yazdıkları “Akut gönüllüsü” onların kariyerlerinin bir parçası olmuşsa başka söze gerek var mı?

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Türk Eğitim Vakfı’nın, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın ve daha onlarcasının çocuklarımızın çağdaş bir eğitim şemsiyesi altında buluşmalarına yönelik geceli gündüzlü çalışmalarının karşısında Türkiye’nin Return of Investment’ı!

Küresel ölçekteki temiz toplum kuruluşları markalarının yerel uzantılarını da unutmayalım. “change.org” örneğin… Kendi sivil toplum kampanyanızı internet üzerinden yapabileceğiniz ve birkaç gün içinde yüzbinlerce kişinin sesine dönüşebilecek haykırışı kim görmezden gelebilir ki?

Onlarca “temiz toplum kuruluşuna” kendilerini nasıl yöneteceklerini aşılayan, girişimcilik – bağışcılık sisteminin temel ilkelerini belirleyen, kamu ve özel kesimin toplum çıkarlarına uygun platformlarda buluşmalarının adresi  Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) bir diğer örnek.

Adım Adım’la binlerce kişi koşuyor. Kimse onları koşmaya mecbur etmiyor. Ama onlar koşarak ilgi duydukları “temiz toplum kuruluşlarına” katkı yapıyorlar.

Çölleşen Türkiye’ye direnen ağaçları sulayan TEMA…  Çevre ve kültür değerlerimizi koruma altına alan ÇEKÜL, kadınlarımızın girişimcilik ruhunu tetikleyen KAGİDER, yine kadınlarımızın siyaset sahnesinde olmaları gereken yeri almalarının önünü açan çalışmaları yapan KADER, unutturulmaya karşı inatla toplumun kılcal damarlarına kadar Atatürk’ü işleyen Atatürkçü Düşünce Derneği ve daha onlarcası…

Son iki seçimdir tüm dikkatleri üzerinde toplayan “Oy ver ve ötesi”… Demokratik bir toplum özlemi içinde onbinleri bir araya getiren ve bu işler nasıl yapılmalı konusunda hayatımıza giren en güncel örnek!

oy-ve-otesi-ortaBunların hepsi birer marka… Ama “marka” olduklarının ne kadar farkındalar o ayrı bir mesele… Yani ait oldukları bu kurumları bir “marka” gibi mi yönetiyorlar yoksa günlük akışın içinde “iyi niyetli” çabalar mı bunlar?

Sivil toplum – temiz toplum karşılaştırmasında “Deniz Feneri” örneğini masaya yatıracak olursak mesele daha iyi anlaşılacak. Bu örnek sözünü ettiğimiz “temiz toplum kuruluşlarının” neden kendilerini birer “marka” gibi yönetmeleri gerektiğini ortaya koyuyor.

Mayıs 2013’de aralarında benim de konuşmacı olduğum bir panel tartışma gerçekleşti. Kadir Has Üniversitesi ile Harvard Üniversitesinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bu panelde “Sivil Toplum Kuruluşlarının itibarları ile yaşamak durumunda old
uklarına” değinmiş ve “Nasıl itibar kaybedeceklerinin” altını çizmeye çalışmıştım. Panel sonrasında değindiğim başlıkları bir sosyal girişimci olan uluslararası kaynak geliştirme danışmanı Güneş Yıldırım’la bir araya getirdik.

Toplumuzun gözbebeği “Kızılay” markasını bu başlıklar altında değerlendirmenizi salık veririm. Bunlar aynı zamanda “temiz toplum kuruluşlarının kendi markalarını nasıl yönetmeleri gerektiğinin” de reçetesi.

1-Gerçek dışı beklentiler yaratmak

Sivil toplum kuruluşları çok kısıtlı kaynaklarla çalışmalarını sürdürüyor. Bir sorunu tamamen ortadan kaldırmak bir STK’nın çoğu zaman boyunu aşıyor ama STKlar söylemlerinde bazen gerçek dışı hedefler koyarak hem hedeflerine ulaşamıyor, hem o büyük hedef içerisinde kayboluyor, hem de onu destekleyenlerin umudunu yitirmesine sebep olabiliyor.

Küçük, ölçülebilir, ulaşabilir hedeflerle adım adım ana hedefe ulaşmaya yönelmek daha doğru bir yaklaşım olabilir. Küçük ya da büyük kazanımlar kamuoyunun desteğini almamızın, tekrar umudu yeşertmenin en iyi yolu.

2-Liderlik Hataları (hesap verebilirlik, şeffaflık, yönetim hataları vb.)

Özellikle Türkiye’de STK liderlerinin çoğunluğu özel sektör ya da akademi dünyası tabanlı… Bu yöneticiler alanlarında çok başarılı insanlar olsalar bile, kendi alanlarından getirdikleri deneyimler/yaklaşımları STK dünyasına adapte etmekte, kendileri adapte olmakta zorlanabiliyorlar. Elbette çok büyük başarı kazanmış lider örnekleri de var.

Sektör içerisinden yetişmiş çok az sayıda yönetici var. Son 10-15 yılda STK’larda gönüllülükten yetişmiş, STK’larda farklı rollerde/kademlerde görev almış yeni bir nesil geliyor. Önümüzdeki yıllarda STK dünyasında daha fazla kendini gençlik yıllarından itibaren sivil topluma adamış, bu alanda kendini yetiştirmiş yöneticileri görmeye başlayacağız. Bu kişilerin yöneticilik yaklaşımlarını hep birlikte göreceğiz.

Hesap verebilirlik, Şeffaflık gibi kavramlara önem vermek, bu konularda proaktif bir yaklaşım izlemek de son derece önemli. Örneğin bağışçı talep etmeden, bazı önemli bilgilerin web sitesinde kamuoyu ile düzenli olarak paylaşılıyor olması gibi…

3-Yanlış kurum ve kuruluşlarla işbirlikleri

Bu risk maalesef STK’lar tarafından fazlasıyla göz ardı ediliyor, çoğunlukla kısıtlı kaynaklar sebebiyle kendi misyonu ile ters düşebilecek kurum ve kuruluşlarla işbirliklerini yapılabildiğini görüyoruz. Sektörün zaman içerisinde düzeltmesi gereken bir konu. Her kurumun kendi içerisinde bir kurumsal işbirlikleri stratejisi mutlaka olmalı, kişilerin subjektif değerlendirmelerine açık olmamalı.

4-Çalışmalarını ölçümlememek / Uygun raporlama sistemleri oluşturmamak

STK dünyasında büyük eksikliklerimizden biri de ölçümleme. KPI diye bilinen Key Performance Indicators yani Ana Performans Göstergeleri koyarak yapılan çalışmaların ölçümlenmesi önemli. Bu veriler olmadan yapılan tüm değerlendirmeler subjektiftir ve doğru tespitlerin ve doğru stratejinin oluşturulmasını zorlaştırır.

5-Bilimsel verileri göz ardı etmek

Bilimsel tabanlı olmayan bir çok varsayım ortaya atılabiliyor ve savunulabiliyor. Bu yaklaşımlar bilgi kirliliğine ve güven kaybına yol açıyor.

6-İş süreçlerini profesyonel bir şekilde ele almamak

İş dünyasında detaylı bir şekilde ele alınan iş süreçleri STK dünyasında daha yeni yeni konuşulmaya başlandı. Oysa ki daha az insan kaynağı ile daha çok işi başarmaya
çalışan STK dünyasında en küçük verimlilik artışı sağlamak bile büyük bir önem taşıyor.

7-İletişim kazaları

Çoğu STK iletişim stratejisinden yoksun. Liderlerinin spontane konuşmaları bazen kurumları zor duruma sokabiliyor.

8-Başka STK’ların çalışmalarına saygı göstermemek

Kendi yaptığı işi göklere çıkarıp aynı/benzer alanda çalışan diğer STK’ları yermek yaklaşımı oldukça hakimdi Türkiye’de. Ama görüyorum ki bu konuda ciddi bir ilerleme içerisindeyiz. Özellikle çevre kuruluşlarının son yıllarda ciddi şekilde yakınlaştığını ve birbirinin alanına saygı göstererek, birbirine destek verdiğini görmek umut verici bir gelişme…

9-Gönüllü gücünün yanlış kullanımı

Gönüllü yönetimi gerçek bir uzmanlık alanı ve gönüllüye bir bedava işgücü algısıyla bakılması, gönüllü yönetimine yatırım yapılmaması yapılan büyük hatalardan… Bir yandan gönüllü yönetimini çok iyi yürüten kurumların da olduğunu görmek umut veriyor:)

10-Gündemi geriden takip etmek

Konu medyanın, kamuoyunun gündeminden düştükten sonra harekete geçmek çoğu zaman, zaman kaybından başka bir şey değil. Gündem yaratabilmekse apayrı bir strateji konusu.

11-Kendi ana konusuna odaklanmamak

Kendi ana konusuna odaklanmamak bir çok sivil toplum kuruluşunun yaptığı çok büyük bir hata. STK’ların ya da STK’lara liderlik eden kişilerin kendi çalışma alanının dışına çıkarak çoğu zaman toplumsal olaylarda bir taraf, sözcü olarak davranma eğilimi var. Bu da zaman zaman itibar kayıplarının sebebi olabiliyor.

12-Bağışçılarına – Paydaşlarına teşekkür etmemek

Teşekkür etmek… Bağışçılarımıza, paydaşlarımıza teşekkür etmeyi atlıyoruz çoğu zaman. İster 100.000TL ister 10 TL bağış yapsın, her bağışçımız kıymetlidir.

 

(*) Brandmap, Aralık 2015 sayısında yayımlanmıştır.

 

1 Response
  • Doğu Temizlik
    Ağustos 20, 2019

    Titiz çalışmanız için teşekkür ederim. Elinize, kolunuza sağlık…

    Doğu Temizlik için bir cevap yazın Cevabı iptal et

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir