Hürriyet gazetesi yazarlarından Gözde Yaman Birman ile nefis bir söyleşim oldu. 15 Kasım 20252de Hürriyet Ege’de yayımlanan söyleşiyi aşağıda paylaşıyorum
“Kendimi hep yeniden inşa ettim”
Bazı insanlar hayatı olduğu gibi kabullenir, bazılarıysa onu yeniden yazar. Salim Kadıbeşegil, ikinci grupta yer alanlardan. Hayat ona ne armağan ettiyse, o onu dönüştürmeyi, kendi anlamını yaratmayı bilmiş. Gazetecilikle başlayan, ardından halkla ilişkiler ve itibar yönetimiyle devam eden bir serüvenin içinde, Türkiye’nin bu alandaki öncü isimlerinden biri olmuş.
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de bu haftaki değerli konuğumuz Salim Kadıbeşegil, “Hayat bana tepside sunulmadı” diyor. Ama o, her taşın altından kendi yolunu çıkaran bir insan. İzmir’den Amerika’ya, oradan yeniden İzmir’e uzanan yolculuğu; sabrın, inancın ve dostluğa dayalı bir yaşam felsefesinin hikayesi. Bu söyleşi, sadece bir kariyer öyküsü değil, aynı zamanda içsel bir bilgelik dersi niteliğinde…
HAYAT BANA TEPSİDE SUNULMADI
– Salim bey, görüyorum ki hayat size pek tepside sunulmamış. Öyle değil mi?
SALİM KADIBEŞEGİL: Evet, hiç de öyle olmadı. Babam erken yaşta vefat etti. Aile olarak çok bir arada olamadık. Yatılı okullarda okudum, bir masanın etrafında ailecek yemek yediğimiz bir anım yok. Hep kendi başıma, her sorunu tek başıma çözmek zorundaydım. Bu yalnızlık bana erken yaşta dayanıklılığı, sorumluluğu ve kendini tanımayı öğretti.
– Üniversite yıllarınız nasıl geçti? O dönemlerde mesleğinize dair bilinçli miydiniz?
SALİM KADIBEŞEGİL: Üniversiteye girdim ama açıkçası çok da severek okumadım. Hocalarım iyiydi ama okul kötüydü. O zamanlar da bunun farkındaydım. Yolumu abim çizdi; o gazeteciydi. Bana “Demokrat İzmir Gazetesi’ne git, Akın Simav’ın yanında staj yap” dedi. 1975’ti, gazeteciliğin havasını ilk kez orada kokladım. Okul bana sevgiyi veremedi ama gazetecilik hayatı sevdirdi. O an karar verdim, “Ben bu işi yaparım,” dedim.
HAYAT BANA KÜSMEMEYİÖĞRETTİ
– Ne kadar önemli! Kişinin mesleğini sahada öğrenmesi… O dönemde bile girişimci bir yönünüz var gibi. Bu doğuştan mıydı, yoksa sonradan gelişen bir refleks mi?
SALİM KADIBEŞEGİL: Gazeteci olmasam o refleksi göstermezdim ama haklısınız, bende bir girişimcilik hep vardı. Seçilen milletvekillerine telgraf çekerdim, kendimi hatırlatırdım. Bu hareketler doğrudan karakterimle ilgili. Dostluk ve insan ilişkilerini hep çok önemsedim. Kimseyle küs değilim. Hayat bana kimseye küsmemeyi öğretti. Ne şirket olarak ne şahıs olarak hiç kimseyle mahkemelik olmadım.
– Hayatın sert, kavgacı yanına hiç mi kapılmadınız?
SALİM KADIBEŞEGİL: Sanırım ben kavgayla değil, üretmekle büyüyen biriyim. Hayat beni bir yerlere sürükledi, ama o sürüklenişte kendime uygun bir yapı inşa ettim. Örneğin Amerika’ya gittim, basın ataşesi yardımcısı olarak tayin oldum. Diplomat statüm vardı ama bununla yetinmedim. Paramla yüksek lisans yapmaya karar verdim. 36 kredi almam gerekiyordu ama sürem yetmeyeceğini biliyordum. Buna rağmen başladım. Çünkü mesele sonuca ulaşmak değil, o sürecin içinde kalmaktı. Sınıfta tek yabancı öğrenciydim. Hocalar benim farklı çözümlerimi örnek gösterirdi. Kaderci olmadım; “tamam buradayım ama bu şartlarda da bir şey inşa ederim” dedim.
– Amerika’da başarılı bir çevre edinmişsiniz. Buna rağmen neden Türkiye’ye, İzmir’e döndünüz?
SALİM KADIBEŞEGİL: O dönüm noktasıydı. Kamu görevlerinin bana göre olmadığını fark ettim. Hayatın kolay tarafını seçebilirdim ama ben karakterime uygun olanı seçtim. Amerika’da yaptığım iş halkla ilişkilerle çok benzerdi; basınla ilişki kurmak, mesaj yönetmek, algı inşa etmek… Ancak ben daha üretken bir ortam istedim. İstanbul’u tanımıyordum, Ankara’yı sevmiyordum. Eşim Aysen’in ailesi İzmir’deydi, benim de gazetecilik çevrem oradaydı. İzmir, yeniden başlamak için doğru yerdi.
FARK YARATMAYA SÖZ VERDİM
– Halkla ilişkilerle tanışmanız nasıl oldu?
SALİM KADIBEŞEGİL: Aslında ben “halkla ilişkiler” kelimesini duymadan halkla ilişkiler yapıyordum. Mezun olduğum okulun adı “Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu”ydu ama dört yıl boyunca bu alanda tek bir ders bile görmedim. Bir gün okula gidip “Asistan olmak istiyorum” dedim. Dekan bana “Halkla ilişkilerin doçenti mi olur?” dedi. O gün kendime söz verdim: Bu alanda fark yaratacağım. Ege Bölgesi Sanayi Odası’ndan teklif geldi. “Kamu Münasebetleri Şefi” olarak başladım. Rahmetli Ersin Faralyalı başkandı. O iki buçuk yılda birlikte halkla ilişkilerin İzmir’de kök salabileceğini gösterdik.
– Sonrasında kendinize ciddi bir hedef koymuşsunuz, değil mi?
SALİM KADIBEŞEGİL: Evet. 1982’de kendime bir plan yaptım: Türkiye’de halkla ilişkiler dendiğinde adından söz edilen beş kişiden biri olacaktım. Bunun için üç şey gerekiyordu:
1- Birikimimi kitaplaştırmak.
2- Üniversiteyle bağımı güçlendirmek.
3- Meslek örgütlerinde aktif olmak.
Arkadaşlarımla birlikte Halkla İlişkiler Derneği’ni kurduk. Her ay etkinlikler, dergi, medya buluşmaları yapardık. Üç dönem başkanlık yaptım. Ardından üniversitede ders vermeye başladım. İnsanlar size inanırsa, o inanç onların da kendilerine inanmalarını sağlıyor.
İTİBAR YÖNETİMİNE GEÇİŞ
– Halkla ilişkilerle başladığınız yol, zamanla itibar yönetimine evrilmiş. Bu geçiş nasıl oldu?
SALİM KADIBEŞEGİL: Halkla ilişkiler bir dönem arızaları kapatmak için kullanılan bir enstrümana dönüştü. Ben ise bu alanın daha derin bir felsefesi olduğunu düşünüyordum. İtibar yönetimiyle ilgilenmeye başladım. Çünkü itibar, sadece görünürlük değil; saygınlıkla ilgilidir. Arızalarınızı gizlemek değil, onlarla yüzleşebilmektir. 1998’de uluslararası denetim sistemine sahip ilk iletişim danışmanları örgütünü kurduk. İngiltere’den sonra bu denetim modelini uygulayan ikinci ülke Türkiye oldu. Şirketler bağımsız denetimden geçmeden sertifika alamıyordu. Bu, Türkiye’de iletişim alanında bir milattır.
– İtibar yönetimini sizden dinleyelim o zaman. İtibar nedir?
SALİM KADIBEŞEGİL: İtibarın olumlusu da var olumsuzu da. “Cimriliğiyle meşhur” da bir itibardır, “bonkörlüğüyle bilinen” de. Ama biz itibarın özünü saygınlıkta bulduk. Ünle değil, güvenle ilgilidir. 140 kriter inceledim, 17’sinin özde belirleyici olduğunu fark ettim. İtibar; kültür, değerler ve politikalar üzerine inşa edilir. Şirketin değerleriyle uyuşmayan bir işe imza atmamak gerekir. Bu bir felsefedir.
– Peki sizin kendi itibar yönetiminizde dikkate aldığınız kriterler nelerdir?
SALİM KADIBEŞEGİL: Benim kişisel itibar anlayışım da aynıdır: Yalan söylemem, etik olmaya çalışırım, fazla görünür olmam ama kalıcı izler bırakırım.
– “Yaşamda Ya İz ya da İs Bırakırsınız” adlı son kitabınıza bayıldım. Slogan olacak bir söz! Bu söz sizin hayat felsefeniz mi?
SALİM KADIBEŞEGİL: Kesinlikle. Hayat ikiye ayrılıyor: iz bırakanlar ve is bırakanlar. Dünyada bir sorunu kendine dert edip çözmeye çalışan herkes iz bırakır. Yerel kimliğini kaybetmeden küresel bir vatandaş olabilmek benim için çok önemli. Bu yüzden “İz bırakmazsan, is bırakırsın” benim hayatımın özeti oldu.
– Dönüm noktalarınızı hep sonu 2 ile biten yıllar olduğunu söylediniz, ne demek istiyorsunuz?
SALİM KADIBEŞEGİL: Evet, hep öyle oldu. 1972’de üniversiteye girdim. 1982’de halkla ilişkilerde fark yaratmaya karar verdim. 1992’de hedefime ulaştım. 2002’de itibar yönetimine yöneldim. 2012’de kitabımı çıkardım. 2022’deyse artık daha sakin, daha seçici bir yaşam istedim. Her on yılda bir yeniden doğmak gibi bu.
– Kendi hayatınızdaki itibar yönetimini nasıl tanımlarsınız?
SALİM KADIBEŞEGİL: Kendime dürüstüm. Etik olmaya çalışırım. Herkese iyi görünmek değil, doğru kalmak önemli. Piyasada çok görünür değilim ama derin bağlarım vardır. Bu da benim kişisel itibar yönetimimdir.
KISA KISA…
– Sizin için hayatı anlamlı kılan şey nedir?
SALİM KADIBEŞEGİL: Dostluk ve vefa. Zamanında dokunduğunuz bir şey size çarpan etkisiyle dönüyorsa, bu hayatın en anlamlı karşılığıdır.
– En çok güvendiğiniz kişi?
SALİM KADIBEŞEGİL: Eşim. Hayatımın en büyük desteği, en sağlam limanı.
– Olmak istediğiniz kariyer?
SALİM KADIBEŞEGİL: Akademisyen olsaydım Harvard’da adalet dersini veren Michael Sandel gibi olmak isterdim. Sivil toplumda bir rolüm daha olsa, Greta Thunberg!in başka bir versiyonu olurdum.
– Hangi düşünürün zihninde olmak isterdiniz?
SALİM KADIBEŞEGİL: Jean-Jacques Rousseau. Çünkü doğayla insan arasındaki bağı en iyi anlatan o.
– Kimin gözlerinden dünyayı görmek isterdiniz?
SALİM KADIBEŞEGİL: Stoacılar olurdu.
– Bir filozof olsaydınız kim olmak isterdiniz?
SALİM KADIBEŞEGİL: Spinoza olurdum.
– Hiç beceremediğiniz bir şey?
SALİM KADIBEŞEGİL: Evden çıkarken kapıyı kilitlemeyi unuturum! (gülüyor.)
– Çevreniz sizi nasıl tanımlar?
SALİM KADIBEŞEGİL: Duayen, usta, hoca, yardımsever.
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
– Her yerde kitaplar, araştırma dosyaları, okuma lambalı koltuklar, resimler, ödüller… Bir ev bu kadar sahibini yansıtabilir.
– Salim Kadıbeşegil’in yaşam öyküsü, bir mesleğin değil, bir zihniyetin hikayesi.
– O, her dönemde “daha iyi nasıl olur?” sorusunu sormaktan vazgeçmemiş biri.
– Kendi şahsi meselelerin dışına çıkıp global bakabilen, varlığının anlam kattığı değerler yaratarak hayatın içinden iz bırakabilen biri.
– Kendisini de ve sevgili eşini de tanımaktan dolayı çok mutlu oldum. Görgülü, ölçülü tavır, kültür, nezaket ve esprili insanlara her zaman denk gelemiyorsunuz.
yayımlanmış halini buradan okuyabilirsiniz












Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler Bölümü için hazırlanmıştır.
İçeriği görmek için görsele tıklayınız
- Ücretsiz, indirebilirsiniz.
Ne düşünüyorsun?